Dört yılda bir gelen ve tam bir aydır içinde bulunduğumuz futbol karnavalının nihayet sonuna geldik. Kupa boyunca birçok sürpriz yaşandı ancak bunların içinde en sarsıcı olanı hiç kuşkusuz evsahibi (ve tüm kupaların doğal favorisi) Brezilya'nın Almanya karşısındaki 7-1'lik tarihi mağlubiyetiydi. Öte yandan Arjantin de son derece sıkıcı bir oyun sonunda Hollanda'yı 3.lük maçı için Brezilya'nın yanına göndererek 24 yıl sonra Almanya ile finalde başbaşa kaldı. Gelelim "son 4"ün genel performanslarına:
BREZİLYA: Her ne kadar evsahibi, 1 yıl önceki Konfederasyonlar Kupası'nın kesin galibi gibi etiketleri ve isminin dahi etkisi olsa da genel kanı Brezilya'nın bu kupada yarı finali haketmediği yönündeydi. Buna sebep olarak hakemleri, Kolombiya'yı vs. gösterebiliriz. Bunun yanında Brezilya'nın kadrosuna baktığımızda milli takımlar düzeyinde bir "winner" karakterinin eksikliğini de görmekteyiz. 23 kişilik kadroda son Dünya şampiyonluklarından (2002) 1 kişinin dahi kalmamış olması bunun bir göstergesi. Tam bu noktada, düşünmeden edilmiyor "acaba bu kadroda bir Dünya Kupası zaferi yaşamış Ronaldinho veya Kaka gibi oyuncular olsa nasıl olurdu" diye. Bu gerçekten önemli bir nokta, zira Brezilya'yı Almanya karşısında aşırı motivasyondan çöküşe götüren de tam olarak takımda bu seviyelerde tecrübe sahibi ve takımı ayakta tutacak oyuncuların eksikliğiydi. Öte yandan İtalya 90'dan bu yana hücumda en kıt kalan Brezilya'yı izledik dersek yeridir. Hatta İtalya 90'da bile en azından Careca gibi bir yıldızı barındıran Brezilya, bu kupada ise Fred ve Jo gibi kendi kalitesinin kat kat altında kalan hücumculara emanetti. Takımın gençleştirilmeye çabalandığı kesin, ancak bunu yaparken Coutinho, Moura gibi formunun zirvesindeki genç yeteneklerin alınmaması da ayrıca düşündürücü. Bundan sonra ise Brezilya'yı zorlu bir süreç bekliyor, ancak her ne olursa olsun bu kupanın finalindeki kadar kötü olabilir mi, orası muamma.
HOLLANDA: Bolca sistem, bolca disiplin. Aslında Hollanda'yı bu kupada başarısız ilan edebilmemiz için elimizde çok fazla kanıt yok. Sonuçta 2. turun 48. dakikasından sonra çeyrek final (120 dk), yarı final (120 dk) ve 3.lük maçı (90 dk) boyunca tek gol yememiş, bunun yanında son şampiyonu 5-1 ile daha ilk maçta moralmen kupanın dışına itmiş, evsahibini de 3-0 ile uğurlamış, kadrosundaki tüm oyunculardan optimum düzeyde yararlanabilmiş bir takımdan bahsediyoruz. Bu adamlar öylesine bir düzene sahip ki, tek eleştirilebilen noktaları olan savunma hattında Feyenoord kökenli ve birbirlerini tanıyan oyuncuları görüyoruz. Bunun yanında, takım halinde oynamaları, hücumu da savunmayı da tam takım olarak yapabilmeleri aslında bu turnuvada geldikleri yeri (ve hatta daha da fazlasını) hakettiklerini gösteriyor. Şimdi ise önlerinde yeni bir süreç var. Artık (1 final, 1 üçüncülük yaşatan) bazı oyuncuların ileride olmayacağı ve yerlerinin aslında şimdiden (Depay, Wijnaldum vb yetneklerle) dolmaya başladığı bir süreç.
ARJANTİN: Buraya gelene kadar alışılmış Arjantin'in dışında, fazlaca tedbirli, hatta açık söylemek gerekirse defansa dayalı ve ender bulacağı boşlukları Messi, Di Maria gibi yıldızlarıyla değerlendiren, bunun dışında fırsatını bulmadıkça farkı aramaktansa defansa çekilmeyi yeğleyen bir Arjantin gördük. Her ne kadar can sıkıcı bir oyun tarzı olsa da şimdiden en kötü ihtimalle bir Dünya Kupası finali ile kendilerine geri dönüş yapmış durumda bu taktik. Finalde de bu tarz bir oyun sergileyecekleri kesin. Özellikle erken bir gol bulup geri çekilmeyi isteyeceklerdir ancak bunu Almanya karşısında becerebilirler mi, orası bilinmez. Bugünkü finalde kazanabilirler de elbet, lakin finale kadar yürüyüşleri insana 2006'daki Fransa, 2002'deki Almanya, 1994'deki İtalya, 1990'daki Arjantin'i hatırlatıyor. Evet, çok şey yaptılar finale gelmek için ve hakettiler de, peki ya finali kazanmayı gerçekten hakettiler mi?
ALMANYA: Turnuvaya çeşitli taktik varyasyon denemeleriyle başladılar. Aslında çeyrek finale gelene kadar zorlanmış gibi görünmelerinin de temel sebebi buydu, ancak tüm o maçlara baktığımızda daima sonuç odaklı çalışan Almanlar'ın yine sonuçta istediklerini aldıklarını görmekteyiz. Turnuvaya başlarken en büyük handikapları yaşlı kurt Klose hariç "bitirici" bir santrafor eksiklikleriydi. Çeyrek finale gelinceye kadarki "denemelerinde" de buna çare aradılar "sahte 9 numara"larla. Ancak ne zaman ki gerçek bir bitirici olan Klose ilk 11'e girdi, ondan sonra Almanya esas hüviyetine büründü. Aslında bunun sebebi Klose'den çok takımın hücum hattının duruşu ve ileri uç elemanlarının benzer özelliklerde oluşu ile alakalı. Fransa maçında çok erken gelen gol ve rakibin hücum etkinliklerinin tıkanması maçı koparmaya yetti. Brezilya maçında ise rakip defansın gol yedikçe açıldığı, açıldıkça gol yediği bir döngü sonucu tarihi bir fark gerçekleşti. Şimdi ise önlerinde defansa sağlam kapanabilen ve hücumdaki yıldızlarıyla ihtiyaç duyduğu golü bulabilen bir Arjantin var. Ancak, Almanya'nın (en azından defans anlayışı ve mücadele konularında) benzer tarzda bir rakiple, belki de en güçlü ve dayanıklı kadroya sahip olan ABD ile oynadığını ve kazandığını da unutmamak gerekir. Nihayetinde buraya kadar fazlasıyla hakederek geldiler ve 8 yıldır bu takımın başında olan Löw başta olmak üzere uzun zamandır bugün için çalıştılar. Bakalım emeklerin karşılığı bu sefer alınabilecek mi?
13 Temmuz 2014 Pazar
3 Temmuz 2014 Perşembe
2014 Dünya Kupası: Kaleciler
Kimisi eksik kalan takımını ayakta tuttu, kimisi kurtarış rekorları kırdı. Kimisi tüm maç boyu harika giderken son anlarda ölümcül bir hata yaptı, kimisi "adeta bir libero gibi" defansın arkasına sarkan topları "süpürdü". Kimisi takımıyla birlikte üst düzey performans sergiledi, kimisinin tüm çabası takımını kurtarmaya yetmedi. Hatta içlerinden kupa tarihinin en yaşlısı olma rekorunu kıran dahi çıktı.
Sonunda kazanan kim olursa olsun, unutulmaz kaleci performansları izliyoruz bu turnuvada.
Sonunda kazanan kim olursa olsun, unutulmaz kaleci performansları izliyoruz bu turnuvada.
2014 Dünya Kupası: Çeyrek Finaller
Yıllarca unutulmayacak bir kupaya tanıklık ediyoruz ve bunun en önemli sebebi de hemen hemen tüm takımların varını yoğunu ortaya koyarak mücadele etmesi, daha da önemlisi rakibinin gücüne bakmaksızın son ana kadar direnmesi. 2. turda elenen takımların (Suarez'i kaybetmenin de çöküntüsüyle Uruguay hariç) tamamı son ana kadar didindi. Hiç kimse bir Cezayir'in, ABD'nin, İsviçre'nin veya Meksika'nın çeyrek finali haketmediğini söyleyemez. Ancak futbolda tek bir kazanan olduğundan dolayı "o an en iyisini yapanlar" ancak daha yukarı çıkabiliyor.
Neyse, gelelim çeyrek final maçlarına:
Brezilya-Kolombiya: Turnuvanın en zevkli maçlarından biri olmaya aday. Ancak bunun en önemli nedeni, "tüm dünya kupalarının genel favorisi" ve evsahibi Brezilya'nın değil, Kolombiya'nın şu ana kadarki en güzel futbolu oynuyor olması. Her ne kadar genel kanı Brezilya'nın "bir şekilde" finale kadar çıkabileceği yönünde olsa da gönüller Kolombiya'dan yana. Ayrıyeten, gruplarda ve 2. turda gözle görülür derecede bocalayan Brezilya'nın normal şartlarda Kolombiya gibi bir takıma karşı zorlanması da sürpriz olmaz.
Fransa-Almanya: Bir bakıma "Avrupa derbisi". Her 2 takım da gerçek potansiyellerini %100 gösteremediler ancak fikstür olarak Almanya'nın şimdiye kadarki rakiplerinin Fransa'nınkilere nazaran daha zorlayıcı olduğunu da söylemek gerekir. Bu turnuvada Almanya adına şu ana kadar Löw'ün gereksiz bazı inatlarını (santraforsuz oyun, bazı oyuncuları oynatma/oynatmamakta diretme vb) gördük. Olur da bu inatlarından vazgeçebilirse "panzerler" yeniden rakibini ezip geçebilecek tarza bürünebilirler. Aksi halde yine zorlu ve kısır geçebilecek bir maç bizi bekliyor.
Hollanda-Kosta Rika: Kosta Rika, buraya kadar müthiş bir performansla geldi ve hiç kimse onların çeyrek finali haketmediğini iddia edemez. Ancak şimdiye kadarki güçlü rakiplerinin aksine durağan olmayan, hızı ve kontra atağı seven bir Hollanda ile oynayacaklar. Dolayısıyla işleri ciddi ölçüde zor. Öte yandan Hollanda'nın da turnuvanın başından bu yana savunması alarm veriyor. Bakalım Robben, Van Persie, Sneijder gibi yıldızları ne zamana kadar sırtlayabilecek? Maçla ilgili şahsi fikrim, zorlu geçse dahi Hollanda'nın yarı finale çıkacağı yönünde, ancak olur da Kosta Rika bir destan daha yazarsa sürpriz sayılmamalı.
Arjantin-Belçika: Arjantin çeyrek finale adını yazdırdı fakat buraya gelene kadar da tel tel döküldü desek yeridir. Esas olarak Messi'ye (ve 2. turda golü atan Di Maria'ya) teşekkür etmeleri lazım. Buraya kadar Arjantin ve Messi isimlerinin karşısında ezilen rakiplerle oynadılar ancak (genç ve bol yıldızlı) Belçika, işlerini zora sokabilir. Bunun yanında, Belçika da hücumu seven, bol bol gol kaçıran fakat kaçırdıkça daha da fazla hücum eden bir görüntüde. Yani bir İsviçre gibi maç boyu Messi'yi marke edeceklerini pek düşünmüyorum ancak olur da bunu yapmazlarsa neler olacağını Messi İsviçre'nin son anda kendisine bağışladığı boşluğu fırsat bilerek fazlasıyla gösterdi. Fazlasıyla çekişmeli bir maç olacak ve olur da Arjantin elenirse hiçkimse şaşırmasın.
Neyse, gelelim çeyrek final maçlarına:
Brezilya-Kolombiya: Turnuvanın en zevkli maçlarından biri olmaya aday. Ancak bunun en önemli nedeni, "tüm dünya kupalarının genel favorisi" ve evsahibi Brezilya'nın değil, Kolombiya'nın şu ana kadarki en güzel futbolu oynuyor olması. Her ne kadar genel kanı Brezilya'nın "bir şekilde" finale kadar çıkabileceği yönünde olsa da gönüller Kolombiya'dan yana. Ayrıyeten, gruplarda ve 2. turda gözle görülür derecede bocalayan Brezilya'nın normal şartlarda Kolombiya gibi bir takıma karşı zorlanması da sürpriz olmaz.
Fransa-Almanya: Bir bakıma "Avrupa derbisi". Her 2 takım da gerçek potansiyellerini %100 gösteremediler ancak fikstür olarak Almanya'nın şimdiye kadarki rakiplerinin Fransa'nınkilere nazaran daha zorlayıcı olduğunu da söylemek gerekir. Bu turnuvada Almanya adına şu ana kadar Löw'ün gereksiz bazı inatlarını (santraforsuz oyun, bazı oyuncuları oynatma/oynatmamakta diretme vb) gördük. Olur da bu inatlarından vazgeçebilirse "panzerler" yeniden rakibini ezip geçebilecek tarza bürünebilirler. Aksi halde yine zorlu ve kısır geçebilecek bir maç bizi bekliyor.
Hollanda-Kosta Rika: Kosta Rika, buraya kadar müthiş bir performansla geldi ve hiç kimse onların çeyrek finali haketmediğini iddia edemez. Ancak şimdiye kadarki güçlü rakiplerinin aksine durağan olmayan, hızı ve kontra atağı seven bir Hollanda ile oynayacaklar. Dolayısıyla işleri ciddi ölçüde zor. Öte yandan Hollanda'nın da turnuvanın başından bu yana savunması alarm veriyor. Bakalım Robben, Van Persie, Sneijder gibi yıldızları ne zamana kadar sırtlayabilecek? Maçla ilgili şahsi fikrim, zorlu geçse dahi Hollanda'nın yarı finale çıkacağı yönünde, ancak olur da Kosta Rika bir destan daha yazarsa sürpriz sayılmamalı.
Arjantin-Belçika: Arjantin çeyrek finale adını yazdırdı fakat buraya gelene kadar da tel tel döküldü desek yeridir. Esas olarak Messi'ye (ve 2. turda golü atan Di Maria'ya) teşekkür etmeleri lazım. Buraya kadar Arjantin ve Messi isimlerinin karşısında ezilen rakiplerle oynadılar ancak (genç ve bol yıldızlı) Belçika, işlerini zora sokabilir. Bunun yanında, Belçika da hücumu seven, bol bol gol kaçıran fakat kaçırdıkça daha da fazla hücum eden bir görüntüde. Yani bir İsviçre gibi maç boyu Messi'yi marke edeceklerini pek düşünmüyorum ancak olur da bunu yapmazlarsa neler olacağını Messi İsviçre'nin son anda kendisine bağışladığı boşluğu fırsat bilerek fazlasıyla gösterdi. Fazlasıyla çekişmeli bir maç olacak ve olur da Arjantin elenirse hiçkimse şaşırmasın.
28 Haziran 2014 Cumartesi
2014 Dünya Kupası: Gruplar ve Sonrası
A Grubu'nda Brezilya zaten "yapması gerekeni" yaptı, ancak son maçındaki etkili oyununa rağmen gelecek turlar için soru işareti yarattı. Santrafor eksiklikleri göze çarpıyor. Meksika müthiş bir takım oyunu ve kalecilerinin de devleşmesiyle turu fazlasıyla hakederek atladı.
B Grubu'nda İspanya'nın durumu malum,"system fatal error" . Hollanda'nın defans hattı güven vermese de favoriler, Şili ise cesur fakat dengesiz bir oyunla çıkabildi. Avustralya, eski şaşalı jenerasyonunun devamını getiremedi, onları ayakta tutmaya çalışan da o jenerasyonun son üyesi Cahill'di. Bundan sonrası ise onlar için Asya elemelerinde kolay, turnuvalarda gruplarda veda gibi olur eğer yeni jenerasyon gelmezse.
C Grubu'nda, Kolombiya belki de şimdiye kadar en sağlam ve en güzel oyunu oynayan takım oldu tüm turnuva boyunca. Yunanistan ise kendi oyunlarından çok potansiyellerini yansıtamayan Fildişi ve Japonya sayesinde gruplardan çıkmayı başardı.
D Grubu'nda ise, Kosta Rika belki de son yıllardaki en büyük sürprizi yaparak böylesine bir gruptan (hem de güzel futbolla) lider çıkmayı başardı. Kalan 3 "favori"den en fazla çabalayanı olan Uruguay, zor da olsa gruptan çıktı, ama yanlarında soru işaretleriyle birlikte.
E Grubu'nda, güç dengesi zaten belliydi. Fransa henüz dişli bir rakiple karşılaşmamasına rağmen "biz buradayız" dedi adeta. İsviçre ise takım oyununu iyi oynasa da potansiyeli belli bir yere kadar.
F Grubu'nda genel kanı, Dzeko'lu Bosna'ya yazık olduğu yönünde. Hem kadro olarak hem de böylesine dişlerine göre bir gruptayken elenmeleri her ne kadar tecrübesizliğe bağlanabiliyor olsa da, çeşitli dersler çıkarmaları gerekmekte. Kalan takımlardan Arjantin yapması gerekeni yaptı, Nijerya ise haketmemesine rağmen Bosna'nın ikramıyla gruptan çıktı.
G Grubu'nda, taş gibi takımların arasında ezilen bir Portekiz gördük. Özellikle ABD'nin fizik gücü ve dayanıklılığı cidden üst düzeyde. Gana kendi sorunlarıyla boğuşup elenirken, Almanya ise lider olarak çıkmasına rağmen belki de uzun zaman sonra ilk kez gruplarda gözle görülür ölçüde zorlandı.
H Grubu'nda, kadro potansiyeline rağmen 3 maçında da kolay kazanamayan Belçika kayıpsız ancak halen tecrübesizliklerini atamadıysalar soru işaretleri var. Cezayir kadrosunda birçok Avrupa takımında oynayan oyuncularıyla turu fazlasıyla haketti. Rusya ile Güney Kore ise son derece sönük ve etkisizdiler.
Gelelim 2. tur maçlarına:
Brezilya-Şili: Şili'nin etkili oyununa rağmen evsahibi faktörüyle Brezilya turu geçer.
Kolombiya-Uruguay: Suarez'i kaybeden Uruguay, 94'te yine turnuva devam ederken Maradona'sını kaybeden Arjantin'e döner mi, bilemeyiz. Ancak etkilenecekleri kesin. Kolombiya gruplardaki oyununu sürdürürse bu maçın da favorisi.
Hollanda-Meksika: Sıkıntılı bir maç. Her şey Meksika savunmasının Hollandalı hücumculara ne kadar direnebileceğine bağlı. Ancak, Hollanda da hücumda Brezilya'dan daha etkili olduğunu kanıtladı.
Kosta Rika-Yunanistan: Kosta Rika, kupanın favorileri gibi olmadığını gösterdi. Bu durum, favorilere karşı defansif oynayan Yunanistan için de geçerli. Kosta Rika, güzel futbolunu sürdürürse tura yakın.
Fransa-Nijerya: Fransa takır takır gelmesine rağmen halen dişli bir rakiple karşılaşmadı. Yine de Nijerya'yı da rahatlıkla geçebilirler.
Almanya-Cezayir: Almanlar, (artık vites arttırmalarının gerektiğiyle birlikte) bu maçın net favorisi. Yine de Cezayir, ezilmeden mücadelesini verecektir.
Arjantin-İsviçre: Arjantin her ne kadar favori olsa bile, ileri uçtaki sıkıntıları, Messi hariç yıldızlarının etkisizliği ve İsviçre'nin ortasahası sıkıntı yaratabilir.
Belçika-ABD: Bir yanda genç ve yetenekli kadrosuyla "gizli favori" Belçika, diğer yanda turnuvadaki en üst düzey fizik güç ve dayanıklılığa sahip takımlardan ABD. Tahmini çok zor bir maç ancak kim çıkarsa cidden hakederek çıkmış olacak.
B Grubu'nda İspanya'nın durumu malum,"system fatal error" . Hollanda'nın defans hattı güven vermese de favoriler, Şili ise cesur fakat dengesiz bir oyunla çıkabildi. Avustralya, eski şaşalı jenerasyonunun devamını getiremedi, onları ayakta tutmaya çalışan da o jenerasyonun son üyesi Cahill'di. Bundan sonrası ise onlar için Asya elemelerinde kolay, turnuvalarda gruplarda veda gibi olur eğer yeni jenerasyon gelmezse.
C Grubu'nda, Kolombiya belki de şimdiye kadar en sağlam ve en güzel oyunu oynayan takım oldu tüm turnuva boyunca. Yunanistan ise kendi oyunlarından çok potansiyellerini yansıtamayan Fildişi ve Japonya sayesinde gruplardan çıkmayı başardı.
D Grubu'nda ise, Kosta Rika belki de son yıllardaki en büyük sürprizi yaparak böylesine bir gruptan (hem de güzel futbolla) lider çıkmayı başardı. Kalan 3 "favori"den en fazla çabalayanı olan Uruguay, zor da olsa gruptan çıktı, ama yanlarında soru işaretleriyle birlikte.
E Grubu'nda, güç dengesi zaten belliydi. Fransa henüz dişli bir rakiple karşılaşmamasına rağmen "biz buradayız" dedi adeta. İsviçre ise takım oyununu iyi oynasa da potansiyeli belli bir yere kadar.
F Grubu'nda genel kanı, Dzeko'lu Bosna'ya yazık olduğu yönünde. Hem kadro olarak hem de böylesine dişlerine göre bir gruptayken elenmeleri her ne kadar tecrübesizliğe bağlanabiliyor olsa da, çeşitli dersler çıkarmaları gerekmekte. Kalan takımlardan Arjantin yapması gerekeni yaptı, Nijerya ise haketmemesine rağmen Bosna'nın ikramıyla gruptan çıktı.
G Grubu'nda, taş gibi takımların arasında ezilen bir Portekiz gördük. Özellikle ABD'nin fizik gücü ve dayanıklılığı cidden üst düzeyde. Gana kendi sorunlarıyla boğuşup elenirken, Almanya ise lider olarak çıkmasına rağmen belki de uzun zaman sonra ilk kez gruplarda gözle görülür ölçüde zorlandı.
H Grubu'nda, kadro potansiyeline rağmen 3 maçında da kolay kazanamayan Belçika kayıpsız ancak halen tecrübesizliklerini atamadıysalar soru işaretleri var. Cezayir kadrosunda birçok Avrupa takımında oynayan oyuncularıyla turu fazlasıyla haketti. Rusya ile Güney Kore ise son derece sönük ve etkisizdiler.
Gelelim 2. tur maçlarına:
Brezilya-Şili: Şili'nin etkili oyununa rağmen evsahibi faktörüyle Brezilya turu geçer.
Kolombiya-Uruguay: Suarez'i kaybeden Uruguay, 94'te yine turnuva devam ederken Maradona'sını kaybeden Arjantin'e döner mi, bilemeyiz. Ancak etkilenecekleri kesin. Kolombiya gruplardaki oyununu sürdürürse bu maçın da favorisi.
Hollanda-Meksika: Sıkıntılı bir maç. Her şey Meksika savunmasının Hollandalı hücumculara ne kadar direnebileceğine bağlı. Ancak, Hollanda da hücumda Brezilya'dan daha etkili olduğunu kanıtladı.
Kosta Rika-Yunanistan: Kosta Rika, kupanın favorileri gibi olmadığını gösterdi. Bu durum, favorilere karşı defansif oynayan Yunanistan için de geçerli. Kosta Rika, güzel futbolunu sürdürürse tura yakın.
Fransa-Nijerya: Fransa takır takır gelmesine rağmen halen dişli bir rakiple karşılaşmadı. Yine de Nijerya'yı da rahatlıkla geçebilirler.
Almanya-Cezayir: Almanlar, (artık vites arttırmalarının gerektiğiyle birlikte) bu maçın net favorisi. Yine de Cezayir, ezilmeden mücadelesini verecektir.
Arjantin-İsviçre: Arjantin her ne kadar favori olsa bile, ileri uçtaki sıkıntıları, Messi hariç yıldızlarının etkisizliği ve İsviçre'nin ortasahası sıkıntı yaratabilir.
Belçika-ABD: Bir yanda genç ve yetenekli kadrosuyla "gizli favori" Belçika, diğer yanda turnuvadaki en üst düzey fizik güç ve dayanıklılığa sahip takımlardan ABD. Tahmini çok zor bir maç ancak kim çıkarsa cidden hakederek çıkmış olacak.
Afrika'nın Çöküşü
Gruplardan çıkan ve gerek "Sahraaltı Afrika"dan farklı "Mağrip" kültürüyle gerek fazlasıyla Fransız etkisinde kalmasıyla Cezayir'i diğer Afrika takımlarından ayrı tutarak başlayalım. Yine gruptan çıkan Nijerya da dahil olmak üzere kalan tüm Afrika takımları bariz bir çöküş içerisinde.
A Grubu'ndaki Kamerun, zaten az olan şansını Eto'o'nun da sakatlığıyla büyük ölçüde yitirmişti. Ancak bununla birlikte, sahaya kadar yansıyan takımiçi sorunlar, takımdakilerin oyuniçi tercihlerinden hocalarının yüz ifadesine kadar kendini belli eden sıkıntılar ve özellikle bu gibi durumlara toparlayıcı görev üstlenebilen takımda lider eksikliği elenmelerinde büyük rol oynadı.
C Grubu'ndaki Fildişi Sahili ise, nispeten daha dişlerine göre bir grupta olmalarına rağmen elendi. Kaybettikleri her 2 maçta da rakiplerine ezilirken, kazandıkları Japonya maçında dahi ancak birbirinin kopyası 2 tane kademe hatası sayesinde 3 puan alabildiler, onun haricinde Japonlar'a karşı da bir üstünlük kuramadılar. Bunun en önemli sebeplerinden biri yaşlanan jenerasyonun yerini dolduracak gençlerin olmaması. Bir diğer önemli sebep te, Yaya Toure ve Gervinho hariç kadronun büyük çoğunluğunun 90 dakika yüksek tempoyu çıkaramayacak kadar hantallaşması.
F Grubu'ndaki Nijerya, gruptan çıktı çıkmasına ama ne potansiyelini sahaya yansıtabildi, ne de "gerçekten hakettiler" dedirtebildi. Aşırı sıkıcı bir İran beraberliği ve tartışmalı hakem kararlarıyla gelen bir Bosna-Hersek galibiyetiyle gelen tur, Fransa'yı dize getirmeye yeter mi, açıkçası pek ihtimal dahilinde değil. Yine de gruptan çıkabildiklerine göre öyle ya da böyle "başarılı" olmalarının en önemli sebebi diğer Afrika takımlarının aksine takımı toparlayıp olumsuzluklara karşı ayağı kaldırabilecek Yobo, Mikel, Enyeama gibi liderlik yapabilecek oyunculara sahip olmalarıydı. Özellikle Yobo, tipik bir milli takım oyuncusudur. Liderlik yönü güçlüdür, öyle ki zamanında Emenike'yi bizzat milli takıma alınması için tavsiye etmiştir. En formsuz zamanlarında bile sonradan oyuna dahil edilmeyle de olsa asla vazgeçilememiştir çünkü takım içinde bütünleştirici bir rolü ve ağırlığı vardır. Tıpkı son 2 senesinde neredeyse hiç forma yüzü dahi görememiş olmasına rağmen 2010 Güney Afrika Dünya Kupası'nda forma giyen Stephen Appiah gibi, sahadaki öncelikli varolma amacı mental açıdan zayıf olan afrikalı hemşehrilerini toparlamaktır.
G Grubu'ndaki Gana, deyim yerindeyse en büyük hayal kırıklığına sebep olan Afrika takımı oldu. Kadrosu Fildişi'nden daha genç, Kamerun'dan daha yetenekli olmasına rağmen gruplarda kendi potansiyellerine hiç yakışmayan bir performans sonucu onlarla aynı kaderi paylaştılar. Hiç kuşkusuz, bunda Stephen Appiah'ın 2006 ve 2010'da yaptığı takım içi liderliğin artık olmamasının yanında (sözkonusu futbolcuların açıklamalarından hareketle) Muntari ve Boateng gibi takımın en önemli oyuncularından 2'sini birden görünürdeki saçma sapan sebeplerle kovan ve oynattığı oyunla da böyle bir kadroyu çalıştırabilecek kapasitesi olmadığı ortada olan teknik direktörlerinin de bunda çok büyük katkısı var. Aslında mesele sadece bu 2 oyuncunun boşluğu değil, zira Gana 2'sinin de yerini doldurabilecek oyunculara sahip. Fakat turnuvadaki hayat memat maçları olan son maçtan önce (hem de takımda belli bir yeri olan) 2 oyuncunun kovulması çok doğal bir şekilde tüm takımı olumsuz etkiledi. (Hatta mağlubiyetleri o kadar beklenen bir hal aldı ki, bahis şirketlerince rakipleri Portekiz'in bahis oranları gün içinde düşürüldü.)
"Sahraaltı Afrika" diye tabir edebileceğimiz ülkelerin tüm Dünya Kupası başarılarına baktığımızda hep aynı etkenleri görürüz: Takımı toparlayabilen lider oyuncular ve takım oyununu iyi oynayan gerçek bir ekip. İtalya 90'daki Kamerun, ABD 94 ve Fransa 98'deki Nijerya, Kore-Japonya 2002'deki Senegal, Almanya 2006 ve Güney Afrika 2010'daki Gana takım olarak bu 2 etkenin üzerine kurulmuştu. Bireysel yetenekleri ve fizik güçleri gerçekten üst düzey olsa dahi bunlara sahip olamadıkları müddetçe Afrika takımlarının pek başarılı olmaları mümkün gibi görünmüyor. Bunun esas sebebi; kimilerince bahsedilen "Afrikalılarda oyun zekası yok, takım sporlarında yapamazlar" gibi saçma önyargılardan ziyade yıllarca sömürülmüş ve bugün bağımsız olmalarına rağmen halen daha açlık sınırlarında yaşayan, "kendilerini gerçekleştirebilmeyi" bırakın mevcut şartlarda hayatta kalmaları başarı sayılan milletlerin içinden yetenekleri sayesinde çıkabilmiş olmalarıdır.
Tam da bu nedenle, lider tipli oyuncular bu tip takımlarda kilit görevdedirler. Bu tip oyuncuların özellikle Afrika takımlarındaki eksikliğinin sonuçları Kamerun ve Gana gibi fizik açıdan müthiş fakat mental açıdan zayıf olan takımlarda yeteneklerinin haketmediği puan kayıplarıyla fazlasıyla acı biçimde görülmektedir.
A Grubu'ndaki Kamerun, zaten az olan şansını Eto'o'nun da sakatlığıyla büyük ölçüde yitirmişti. Ancak bununla birlikte, sahaya kadar yansıyan takımiçi sorunlar, takımdakilerin oyuniçi tercihlerinden hocalarının yüz ifadesine kadar kendini belli eden sıkıntılar ve özellikle bu gibi durumlara toparlayıcı görev üstlenebilen takımda lider eksikliği elenmelerinde büyük rol oynadı.
C Grubu'ndaki Fildişi Sahili ise, nispeten daha dişlerine göre bir grupta olmalarına rağmen elendi. Kaybettikleri her 2 maçta da rakiplerine ezilirken, kazandıkları Japonya maçında dahi ancak birbirinin kopyası 2 tane kademe hatası sayesinde 3 puan alabildiler, onun haricinde Japonlar'a karşı da bir üstünlük kuramadılar. Bunun en önemli sebeplerinden biri yaşlanan jenerasyonun yerini dolduracak gençlerin olmaması. Bir diğer önemli sebep te, Yaya Toure ve Gervinho hariç kadronun büyük çoğunluğunun 90 dakika yüksek tempoyu çıkaramayacak kadar hantallaşması.
F Grubu'ndaki Nijerya, gruptan çıktı çıkmasına ama ne potansiyelini sahaya yansıtabildi, ne de "gerçekten hakettiler" dedirtebildi. Aşırı sıkıcı bir İran beraberliği ve tartışmalı hakem kararlarıyla gelen bir Bosna-Hersek galibiyetiyle gelen tur, Fransa'yı dize getirmeye yeter mi, açıkçası pek ihtimal dahilinde değil. Yine de gruptan çıkabildiklerine göre öyle ya da böyle "başarılı" olmalarının en önemli sebebi diğer Afrika takımlarının aksine takımı toparlayıp olumsuzluklara karşı ayağı kaldırabilecek Yobo, Mikel, Enyeama gibi liderlik yapabilecek oyunculara sahip olmalarıydı. Özellikle Yobo, tipik bir milli takım oyuncusudur. Liderlik yönü güçlüdür, öyle ki zamanında Emenike'yi bizzat milli takıma alınması için tavsiye etmiştir. En formsuz zamanlarında bile sonradan oyuna dahil edilmeyle de olsa asla vazgeçilememiştir çünkü takım içinde bütünleştirici bir rolü ve ağırlığı vardır. Tıpkı son 2 senesinde neredeyse hiç forma yüzü dahi görememiş olmasına rağmen 2010 Güney Afrika Dünya Kupası'nda forma giyen Stephen Appiah gibi, sahadaki öncelikli varolma amacı mental açıdan zayıf olan afrikalı hemşehrilerini toparlamaktır.
G Grubu'ndaki Gana, deyim yerindeyse en büyük hayal kırıklığına sebep olan Afrika takımı oldu. Kadrosu Fildişi'nden daha genç, Kamerun'dan daha yetenekli olmasına rağmen gruplarda kendi potansiyellerine hiç yakışmayan bir performans sonucu onlarla aynı kaderi paylaştılar. Hiç kuşkusuz, bunda Stephen Appiah'ın 2006 ve 2010'da yaptığı takım içi liderliğin artık olmamasının yanında (sözkonusu futbolcuların açıklamalarından hareketle) Muntari ve Boateng gibi takımın en önemli oyuncularından 2'sini birden görünürdeki saçma sapan sebeplerle kovan ve oynattığı oyunla da böyle bir kadroyu çalıştırabilecek kapasitesi olmadığı ortada olan teknik direktörlerinin de bunda çok büyük katkısı var. Aslında mesele sadece bu 2 oyuncunun boşluğu değil, zira Gana 2'sinin de yerini doldurabilecek oyunculara sahip. Fakat turnuvadaki hayat memat maçları olan son maçtan önce (hem de takımda belli bir yeri olan) 2 oyuncunun kovulması çok doğal bir şekilde tüm takımı olumsuz etkiledi. (Hatta mağlubiyetleri o kadar beklenen bir hal aldı ki, bahis şirketlerince rakipleri Portekiz'in bahis oranları gün içinde düşürüldü.)
"Sahraaltı Afrika" diye tabir edebileceğimiz ülkelerin tüm Dünya Kupası başarılarına baktığımızda hep aynı etkenleri görürüz: Takımı toparlayabilen lider oyuncular ve takım oyununu iyi oynayan gerçek bir ekip. İtalya 90'daki Kamerun, ABD 94 ve Fransa 98'deki Nijerya, Kore-Japonya 2002'deki Senegal, Almanya 2006 ve Güney Afrika 2010'daki Gana takım olarak bu 2 etkenin üzerine kurulmuştu. Bireysel yetenekleri ve fizik güçleri gerçekten üst düzey olsa dahi bunlara sahip olamadıkları müddetçe Afrika takımlarının pek başarılı olmaları mümkün gibi görünmüyor. Bunun esas sebebi; kimilerince bahsedilen "Afrikalılarda oyun zekası yok, takım sporlarında yapamazlar" gibi saçma önyargılardan ziyade yıllarca sömürülmüş ve bugün bağımsız olmalarına rağmen halen daha açlık sınırlarında yaşayan, "kendilerini gerçekleştirebilmeyi" bırakın mevcut şartlarda hayatta kalmaları başarı sayılan milletlerin içinden yetenekleri sayesinde çıkabilmiş olmalarıdır.
Tam da bu nedenle, lider tipli oyuncular bu tip takımlarda kilit görevdedirler. Bu tip oyuncuların özellikle Afrika takımlarındaki eksikliğinin sonuçları Kamerun ve Gana gibi fizik açıdan müthiş fakat mental açıdan zayıf olan takımlarda yeteneklerinin haketmediği puan kayıplarıyla fazlasıyla acı biçimde görülmektedir.
"Cezayir Bile...."
Diğer Afrika takımları tel tel dökülürken (buna gruptan çıkmasına rağmen Nijerya da dahil) Cezayir'in performansı sanki bir "sürpriz"miş gibi görüldü. Hatta futbolu çok iyi bilen(!) bir millet olarak da "Cezayir bile gruptan çıkıyor, biz kupaya bile katılamadık" diyerekten hayıflanıyoruz.
Öncelikle, günümüz futbolunda bireysel yeteneklerin ve yıldız oyuncuların başarı için yeterli olmadığı zaten bilinen bir gerçek. "Peki ne gerekli" dersek; takım oyunu, konsantrasyon, mücadele, koşma, fizik güç ve dayanıklılık diye sıralayıp devam edebiliriz. Bunun "kağıt üstündeki favorilere karşı" ne kadar işe yaradığının aslında son yıllarda birçok kanıtı var: 2002'de gruplarda favoriler Fransa, Portekiz ve Arjantin'i gruplarda safdışı bırakan Senegal, ABD ve İsveç bunun ilk güzel örneklerini vermişlerdi. Sonrasında Yunanistan'ın 2004 şampiyonluğu da "kazanmak" için yeni kriterlerin oluştuğunu artık iyiden iyiye açığa vurmuştu.
"Peki Cezayir ne yaptı" diyecek olursak, ilk olarak gruplarının "görece" daha dengeli olduğunu vurgulamak gerekir. Yine de o kadar "onların yerinde olmak isteme" şeklinde hayıflanmadan önce aynı grupta Cezayir yerine oynadığımızı düşünürsek, hangimiz Belçika ve Rusya'dan puan alabileceğimizi, Güney Kore'yi yenebileceğimizi garanti edebilir? Üstelik Macaristan, Romanya ve hatta Azerbaycan faciaları (kadro sirkülasyonuna rağmen halen aynı milli takım iskeletine sahip olduğumuzdan dolayı) daha tazeyken.
Bununla birlikte, Cezayir grup maçlarında "en iyi takım oyunu oynayabilen" takımlardan biri oldu. Bu özelliklerini fizik güç, mücadele ve koşma gibi meziyetleriyle de zenginleştirerek gruptan çıkmayı kesinlikle hakettiler. Hele ki ne yaptıklarını kendileri dahi kestiremeyen Rusya ve Güney Kore'ye karşı, fazlasıyla hakettiler.
Öte yandan, "sürpriz olarak görülen" Cezayir'in kaç oyuncusu Avrupa'da oynuyor diye bir de bakmak lazım: 23 kişilik kadronun 19'u Avupa'da top koşturuyor. Bunların 4'ü İspanya, 4'ü İtalya, 3'ü Fransa, 3'ü İngiltere, 3'ü Portekiz, 1'i Hırvatistan ve 1'i de Bulgaristan'da oynuyor. Oynadıkları takımlar arasında ise; Valencia, Getafe, Inter, Napoli, Udinese, Porto, Sporting Lisbon, Tottenham Hotspur gibi takımlar var. Kalan 4 oyuncudan 1'i (önceden 3 yıl Glasgow Rangers'da oynamış olan) Katar Ligi'nde oynayan kaptan Bougherra, 1'i Tunus'ta oynayan Djabou ve en nihayetinde 2'si Cezayir'de futbol yaşantısını sürdüren 2 yedek kaleci.
Tüm bunlara ek olarak, 23 kişilik Cezayir kadrosunun tamı tamına 16'sının Fransa doğumlu olduğunu, başta yıldızları Feghouli olmak üzere önemli kısmının Fransa'nın alt yaş milli takımlarına çağırıldığını da ayrıca hatırlatmak lazım gelir. Kim ne derse desin, Cezayir'i "bir Afrika takımı" olarak görmemek, hatta kimi Avrupa takımlarından daha fazla Avrupalı olarak görmek gerekir.
Kupaya dönersek, ikinci turda Almanya'yı eleme ihtimalleri tabi ki çok düşük. Ancak 1982'den kalma bu gecikmiş 2. turları dahi önemli bir başarıdır Cezayir adına. Aslında 2010'da da 2. turu haketmelerine rağmen o zamanlarda tecrübesizliğin kurbanı olmuşlardı. Yavaş yavaş olur bu işler, yeter ki Fransa'nın yetiştirdiği yeni gençlerle sirkülasyon sağlayıp belli bir sistemle istikrar hedeflesinler. (tıpkı bizim Almanya'nın yetiştirdiği gençlerle yapamadığımız gibi!) Sonra bir bakarsın, 2018'de Cezayir çeyrek finalde, biz yine hayıflanıyoruz "ulan bunlar bile çeyrek finalde biz gene gidemedik!" diye.
Öncelikle, günümüz futbolunda bireysel yeteneklerin ve yıldız oyuncuların başarı için yeterli olmadığı zaten bilinen bir gerçek. "Peki ne gerekli" dersek; takım oyunu, konsantrasyon, mücadele, koşma, fizik güç ve dayanıklılık diye sıralayıp devam edebiliriz. Bunun "kağıt üstündeki favorilere karşı" ne kadar işe yaradığının aslında son yıllarda birçok kanıtı var: 2002'de gruplarda favoriler Fransa, Portekiz ve Arjantin'i gruplarda safdışı bırakan Senegal, ABD ve İsveç bunun ilk güzel örneklerini vermişlerdi. Sonrasında Yunanistan'ın 2004 şampiyonluğu da "kazanmak" için yeni kriterlerin oluştuğunu artık iyiden iyiye açığa vurmuştu.
"Peki Cezayir ne yaptı" diyecek olursak, ilk olarak gruplarının "görece" daha dengeli olduğunu vurgulamak gerekir. Yine de o kadar "onların yerinde olmak isteme" şeklinde hayıflanmadan önce aynı grupta Cezayir yerine oynadığımızı düşünürsek, hangimiz Belçika ve Rusya'dan puan alabileceğimizi, Güney Kore'yi yenebileceğimizi garanti edebilir? Üstelik Macaristan, Romanya ve hatta Azerbaycan faciaları (kadro sirkülasyonuna rağmen halen aynı milli takım iskeletine sahip olduğumuzdan dolayı) daha tazeyken.
Bununla birlikte, Cezayir grup maçlarında "en iyi takım oyunu oynayabilen" takımlardan biri oldu. Bu özelliklerini fizik güç, mücadele ve koşma gibi meziyetleriyle de zenginleştirerek gruptan çıkmayı kesinlikle hakettiler. Hele ki ne yaptıklarını kendileri dahi kestiremeyen Rusya ve Güney Kore'ye karşı, fazlasıyla hakettiler.
Öte yandan, "sürpriz olarak görülen" Cezayir'in kaç oyuncusu Avrupa'da oynuyor diye bir de bakmak lazım: 23 kişilik kadronun 19'u Avupa'da top koşturuyor. Bunların 4'ü İspanya, 4'ü İtalya, 3'ü Fransa, 3'ü İngiltere, 3'ü Portekiz, 1'i Hırvatistan ve 1'i de Bulgaristan'da oynuyor. Oynadıkları takımlar arasında ise; Valencia, Getafe, Inter, Napoli, Udinese, Porto, Sporting Lisbon, Tottenham Hotspur gibi takımlar var. Kalan 4 oyuncudan 1'i (önceden 3 yıl Glasgow Rangers'da oynamış olan) Katar Ligi'nde oynayan kaptan Bougherra, 1'i Tunus'ta oynayan Djabou ve en nihayetinde 2'si Cezayir'de futbol yaşantısını sürdüren 2 yedek kaleci.
Tüm bunlara ek olarak, 23 kişilik Cezayir kadrosunun tamı tamına 16'sının Fransa doğumlu olduğunu, başta yıldızları Feghouli olmak üzere önemli kısmının Fransa'nın alt yaş milli takımlarına çağırıldığını da ayrıca hatırlatmak lazım gelir. Kim ne derse desin, Cezayir'i "bir Afrika takımı" olarak görmemek, hatta kimi Avrupa takımlarından daha fazla Avrupalı olarak görmek gerekir.
Kupaya dönersek, ikinci turda Almanya'yı eleme ihtimalleri tabi ki çok düşük. Ancak 1982'den kalma bu gecikmiş 2. turları dahi önemli bir başarıdır Cezayir adına. Aslında 2010'da da 2. turu haketmelerine rağmen o zamanlarda tecrübesizliğin kurbanı olmuşlardı. Yavaş yavaş olur bu işler, yeter ki Fransa'nın yetiştirdiği yeni gençlerle sirkülasyon sağlayıp belli bir sistemle istikrar hedeflesinler. (tıpkı bizim Almanya'nın yetiştirdiği gençlerle yapamadığımız gibi!) Sonra bir bakarsın, 2018'de Cezayir çeyrek finalde, biz yine hayıflanıyoruz "ulan bunlar bile çeyrek finalde biz gene gidemedik!" diye.
18 Haziran 2014 Çarşamba
2014 Dünya Kupası: İlk Grup Maçlarının Ardından
A GRUBU: İlk maçlarda her ne kadar sürpriz olmasa da, Brezilya'nın Hırvatistan karşısında beklenmedik derecede bocalaması ve hakemin yanlış penaltı kararı çokça tartışıldı. Grubun genel görüntüsü kağıt üzerinde "Brezilya-Hırvatistan-Meksika-Kamerun" şeklinde olmuşsa da Meksika'nın 2. maçında Brezilya'ya boyun eğmemesi çok şeyi değiştirebilir. Zira Meksika'ya Hırvatistan maçında alacağı 1 beraberlik dahi Dünya Kupaları tarihinde üstüste 6. kez 2. tura yükselmesine yetecek. Öte yandan Brezilya olur da büyük bir sürpriz ile Kamerun'a da puan kaybederse beklenen sıralama baya bir değişir.
B GRUBU: İlk maçta Hollanda'dan tarihi bir darbe alan İspanya'nın özellikle Şili karşısında mutlaka kazanması gerekiyor, çünkü averajdan dolayı olası bir beraberlik dahi İspanya'nın gruptan çıkmasına yetmeyebilir. Şili ise (her ne kadar bir ara bocalasa da) Avustralya karşısında potansiyelini gösterdi. Grubun kilit maçı İspanya-Şili maçı olacak. Büyük bir sürpriz olmazsa Hollanda lider, Avustralya sonuncu olacak şekilde bitirirler.
C GRUBU: Kolombiya bu grubun açık ve net favorisi olduğunu Yunanistan karşısında fazlasıyla belli etti. Gruptaki esas dikkat çeken nokta ise 2010'da çeyrek finalin eşiğinden dönen ve o günden bu yana daha da potansiyelini yükselten Japonya'nın, tamamen markaj hatasından kaynaklı birbirinin kopyası 2 golle (artık giderek yaşlanan ve Yaya Toure ile Gervinho'dan başka yüksek tempoyu kaldırabilecek oyuncusu olmayan) Fildişi Sahili'ne yenilmesi oldu. Normal şartlarda Kolombiya ile Japonya'nın gruptan çıkması beklenirdi fakat bu mağlubiyet Japonya'nın işini zora soktu diyebiliriz. Yine de, 2. maçlarda Japonya'nın Yunanistan'ı, Kolombiya'nın da Fildişi Sahili'ni yenmesiyle (ki her iki sonuç ta gayet yüksek ihtimalli) şartlar yeniden değişebilir.
D GRUBU: Kesinlikle turnuvanın şimdiye kadarki en büyük sürprizi, Kosta Rika'nın (tarihi boyunca oynayabileceği en iyi oyunla) son Dünya Kupası 4.sünü yenmesiyle gerçekleşti. Bu sonuç, Uruguay'ın (mevcut temposuz oyunuyla) işini "zordan da öteye" taşırken İngiltere'nin umutları yeşerdi. İtalya ise rahat bir liderlik amaçlayacak. Grubun son maçı olan Kosta Rika-İngiltere maçı tüm düğümü ancak çözebilir.
E GRUBU: İlk maçlarda 4 takım da sırasını belirledi diyebiliriz. Tek değişiklik ihtimali ise, son maçlarda (Fransa'nın önceden alacağı İsviçre galibiyetiyle birlikte) Ekvador'un Fransa'dan puan almasıyla çok düşük ihtimalli olsa da mümkün.
F GRUBU: Kağıt üzerindeki en beklenen sonuçların alındığı grup oldu diyebiliriz. Yine de Nijerya'dan herkes daha etkili bir oyun bekliyordu ve açıkçası ortaya çıkan beraberlik her iki tarafın da işine yaramadı. Kalan maçlarda büyük bir sürpriz olmazsa Arjantin ve Bosna-Hersek kalitelerini konuşturarak gruptan çıkarlar diyebiliriz. (Tabi İran yine o "etkili" kilitleyen savunmasını yapamazsa)
G GRUBU: Almanya bu kupanın en güçlü favorisi, çok net. İspanya'yı 5-1 yenen Hollanda bile Almanya'nın Portekiz'i sürklase ettiği kadar "dominant" oynayamamıştı. Portekiz ise sakat ve cezalılarla son derece önemli kayıplar verdi ve Klinsmann'ın Alman disiplinini adapte ettiği fizik gücü yüksek ABD'ye karşı elenme ihtimalleri hiç de azımsanacak gibi değil. Gana ise (attıkları gol haricinde) felaket derecede pas hataları ve yanlış pas tercihleri yaparak kazanabilecekleri bir maçı kaybettiler ve artık işleri çok zor. Yine de Almanya'nın 3'te 3 yapması ihtimaliyle birlikte, Portekiz'in ABD'yi, Gana'nın da Portekiz'i yenmesi gibi bir sonuç ile kalan 3 takım da 3'er puanla sıralanacak ve bu noktada Portekiz'in averajı biraz sıkıntılı olabilir. Sonuç olarak, ABD ikinci tura biraz daha yakın.
H GRUBU: Cezayir'e karşı bocalayan Belçika, zor da olsa kazanarak özgüven problemini çözdü. Bundan sonra işleri daha kolay. Rusya ve Güney Kore ise normal şartlarda (eski turnuvaların aksine) gruptan çıkacak kalitede değiller. Birçok oyuncusu Avrupa'da top koşturan Cezayir ise, Belçika'ya kaybetmesine rağmen diğer 2 takıma da diş geçirebilecek seviyede. Cezayir gruptan çıkarsa bu hiçkimse için sürpriz olmamalı.
B GRUBU: İlk maçta Hollanda'dan tarihi bir darbe alan İspanya'nın özellikle Şili karşısında mutlaka kazanması gerekiyor, çünkü averajdan dolayı olası bir beraberlik dahi İspanya'nın gruptan çıkmasına yetmeyebilir. Şili ise (her ne kadar bir ara bocalasa da) Avustralya karşısında potansiyelini gösterdi. Grubun kilit maçı İspanya-Şili maçı olacak. Büyük bir sürpriz olmazsa Hollanda lider, Avustralya sonuncu olacak şekilde bitirirler.
C GRUBU: Kolombiya bu grubun açık ve net favorisi olduğunu Yunanistan karşısında fazlasıyla belli etti. Gruptaki esas dikkat çeken nokta ise 2010'da çeyrek finalin eşiğinden dönen ve o günden bu yana daha da potansiyelini yükselten Japonya'nın, tamamen markaj hatasından kaynaklı birbirinin kopyası 2 golle (artık giderek yaşlanan ve Yaya Toure ile Gervinho'dan başka yüksek tempoyu kaldırabilecek oyuncusu olmayan) Fildişi Sahili'ne yenilmesi oldu. Normal şartlarda Kolombiya ile Japonya'nın gruptan çıkması beklenirdi fakat bu mağlubiyet Japonya'nın işini zora soktu diyebiliriz. Yine de, 2. maçlarda Japonya'nın Yunanistan'ı, Kolombiya'nın da Fildişi Sahili'ni yenmesiyle (ki her iki sonuç ta gayet yüksek ihtimalli) şartlar yeniden değişebilir.
D GRUBU: Kesinlikle turnuvanın şimdiye kadarki en büyük sürprizi, Kosta Rika'nın (tarihi boyunca oynayabileceği en iyi oyunla) son Dünya Kupası 4.sünü yenmesiyle gerçekleşti. Bu sonuç, Uruguay'ın (mevcut temposuz oyunuyla) işini "zordan da öteye" taşırken İngiltere'nin umutları yeşerdi. İtalya ise rahat bir liderlik amaçlayacak. Grubun son maçı olan Kosta Rika-İngiltere maçı tüm düğümü ancak çözebilir.
E GRUBU: İlk maçlarda 4 takım da sırasını belirledi diyebiliriz. Tek değişiklik ihtimali ise, son maçlarda (Fransa'nın önceden alacağı İsviçre galibiyetiyle birlikte) Ekvador'un Fransa'dan puan almasıyla çok düşük ihtimalli olsa da mümkün.
F GRUBU: Kağıt üzerindeki en beklenen sonuçların alındığı grup oldu diyebiliriz. Yine de Nijerya'dan herkes daha etkili bir oyun bekliyordu ve açıkçası ortaya çıkan beraberlik her iki tarafın da işine yaramadı. Kalan maçlarda büyük bir sürpriz olmazsa Arjantin ve Bosna-Hersek kalitelerini konuşturarak gruptan çıkarlar diyebiliriz. (Tabi İran yine o "etkili" kilitleyen savunmasını yapamazsa)
G GRUBU: Almanya bu kupanın en güçlü favorisi, çok net. İspanya'yı 5-1 yenen Hollanda bile Almanya'nın Portekiz'i sürklase ettiği kadar "dominant" oynayamamıştı. Portekiz ise sakat ve cezalılarla son derece önemli kayıplar verdi ve Klinsmann'ın Alman disiplinini adapte ettiği fizik gücü yüksek ABD'ye karşı elenme ihtimalleri hiç de azımsanacak gibi değil. Gana ise (attıkları gol haricinde) felaket derecede pas hataları ve yanlış pas tercihleri yaparak kazanabilecekleri bir maçı kaybettiler ve artık işleri çok zor. Yine de Almanya'nın 3'te 3 yapması ihtimaliyle birlikte, Portekiz'in ABD'yi, Gana'nın da Portekiz'i yenmesi gibi bir sonuç ile kalan 3 takım da 3'er puanla sıralanacak ve bu noktada Portekiz'in averajı biraz sıkıntılı olabilir. Sonuç olarak, ABD ikinci tura biraz daha yakın.
H GRUBU: Cezayir'e karşı bocalayan Belçika, zor da olsa kazanarak özgüven problemini çözdü. Bundan sonra işleri daha kolay. Rusya ve Güney Kore ise normal şartlarda (eski turnuvaların aksine) gruptan çıkacak kalitede değiller. Birçok oyuncusu Avrupa'da top koşturan Cezayir ise, Belçika'ya kaybetmesine rağmen diğer 2 takıma da diş geçirebilecek seviyede. Cezayir gruptan çıkarsa bu hiçkimse için sürpriz olmamalı.
22 Ağustos 2013 Perşembe
Sahadaki Sorun: Dirk Kuyt
Dirk Kuyt.
33 yaşında.
Hollandalı ama teknik olmayanından.
Ayaklarıyla topun arasındaki ilişki sınırlı.
23 yaşında Feyenoord'dayken de böyleydi.
28 yaşında Liverpool'dayken de.
Bugün de böyle.
Yarın da daha iyi olamayacak.
Onu gittiği tüm takımlarda oynatan şey ise mücadelesiydi.
Savaşçıydı.
Cesurdu.
90 dakika durmadan koşabilirdi.
Tam bir takım oyuncusuydu.
Ama bunların bir işe yarayabilmesi için etrafında yetenekli adamların olması lazımdı.
Onlar koşmasa da Kuyt koşar, onlar da gol atardı.
O'nu Fenerbahçe'ye getirenler tüm bunların farkında olmalıydı.
Veya farkında olamayacak kadar basiretsizdiler, o ayrı konu.
Sorun aslında Kuyt'ta değil.
Kuyt gibi bir "futbol işçisi"nden takıma "general" çıkarmaya çalışanlarda.
Aylardır faydası olmayacağı belli olduğu halde oynatıldı bu adam.
İnatla.
Hatta öyle ki,
Fenerbahçe sırf bu adamı oynatmak için 4-3-3 oynuyor.
İnatla.
Sırf bu adamı oynatmak için Emenike-Sow gibi muhteşem bir ikili forveti oynatamıyor.
İnatla.
Sırf bu adam oynasın diye Stoch ve Krasiç harcandı.
O Stoch ve Krasiç ki,
Bu ligin en iyi 2 kanat hücumcusuyken
Hem de takım organize atak yapamazken,
Gözden çıkarıldı.
Stoch kiralık gönderildi.
Gider gitmez gollerine de başladı.
O çok istediği Şampiyonlar Ligi'ne artık başka formayla daha yakın.
Sıra Krasiç'te.
Sahi bu adamın suçu neydi?
Ne yaptı da bu kadar formsuz,
Bu kadar yeteneksiz,
üstüne üstlük suratı tanınmayacak halde sakatlandığında bile
Kuyt'ı sağ kanatta kesemesin?
Kuyt'a tanınan toleransın yarısı,
Hatta çeyreği
Krasiç'e neden tanınmadı?
Çeyreğine de razıyım.
Adam 3 resmi maç üstüste ilk 11'de oynadı mı?
Ondan sonra dersin tabi,
"Krasiç çok kötü" diye.
Peki soruyorum,
3 maç sabredilemeyen Krasiç'in kötü olduğu yerde,
1 yıldır bir şey yapamayan Kuyt nedir?
33 yaşında.
Hollandalı ama teknik olmayanından.
Ayaklarıyla topun arasındaki ilişki sınırlı.
23 yaşında Feyenoord'dayken de böyleydi.
28 yaşında Liverpool'dayken de.
Bugün de böyle.
Yarın da daha iyi olamayacak.
Onu gittiği tüm takımlarda oynatan şey ise mücadelesiydi.
Savaşçıydı.
Cesurdu.
90 dakika durmadan koşabilirdi.
Tam bir takım oyuncusuydu.
Ama bunların bir işe yarayabilmesi için etrafında yetenekli adamların olması lazımdı.
Onlar koşmasa da Kuyt koşar, onlar da gol atardı.
O'nu Fenerbahçe'ye getirenler tüm bunların farkında olmalıydı.
Veya farkında olamayacak kadar basiretsizdiler, o ayrı konu.
Sorun aslında Kuyt'ta değil.
Kuyt gibi bir "futbol işçisi"nden takıma "general" çıkarmaya çalışanlarda.
Aylardır faydası olmayacağı belli olduğu halde oynatıldı bu adam.
İnatla.
Hatta öyle ki,
Fenerbahçe sırf bu adamı oynatmak için 4-3-3 oynuyor.
İnatla.
Sırf bu adamı oynatmak için Emenike-Sow gibi muhteşem bir ikili forveti oynatamıyor.
İnatla.
Sırf bu adam oynasın diye Stoch ve Krasiç harcandı.
O Stoch ve Krasiç ki,
Bu ligin en iyi 2 kanat hücumcusuyken
Hem de takım organize atak yapamazken,
Gözden çıkarıldı.
Stoch kiralık gönderildi.
Gider gitmez gollerine de başladı.
O çok istediği Şampiyonlar Ligi'ne artık başka formayla daha yakın.
Sıra Krasiç'te.
Sahi bu adamın suçu neydi?
Ne yaptı da bu kadar formsuz,
Bu kadar yeteneksiz,
üstüne üstlük suratı tanınmayacak halde sakatlandığında bile
Kuyt'ı sağ kanatta kesemesin?
Kuyt'a tanınan toleransın yarısı,
Hatta çeyreği
Krasiç'e neden tanınmadı?
Çeyreğine de razıyım.
Adam 3 resmi maç üstüste ilk 11'de oynadı mı?
Ondan sonra dersin tabi,
"Krasiç çok kötü" diye.
Peki soruyorum,
3 maç sabredilemeyen Krasiç'in kötü olduğu yerde,
1 yıldır bir şey yapamayan Kuyt nedir?
24 Şubat 2013 Pazar
"İDİOT"
Başlıktaki yazı herkesin malumu olduğu üzere BATE Borisov maçının gözlemcisine ait:
"UEFA gözlemcisi İtalyan Stefano Farina da maç sonrası yaptığı açıklamada, 'Bunları yapanlar idiot (geri zekalı) olmalı. Hem Türk Bayrağı'nı yakıyorlar, hem de kulüplerinin yine ceza almasına neden oluyorlar' dedi."
Elin adamından laf yediğimize mi yanayım, zaten cezalıyken hiç yoktan tekrar ceza alma ihtimalimize mi yanayım, bu olaydan sonra takımın tüm konsantrasyonunun piç olmasına mı yanayım, yoksa aynı takımı tuttuğum birçok kişinin sosyal medyada bu olayı "marifetmişçesine" gurur duyarak paylaşmalarına mı yanayım.... Adamlar bir de ciddi ciddi "cümle alem taraftar görsün" diyor.
İşin en vahimi ise daha yeni kendi içinde bile bölünme yaşamakta olan, (bkz: Anadolu Yakası GFB Açıklaması ) özellikle bu sezon iç sahada en ufak bir kötü gidişatta dahi protestoların yükselmesinin baş müsebbibi, camia içi çeşitli "muhaliflere" isme özel besteler yapmasıyla ünlenmiş bir taraftar grubu böylesine takıma zarar verici bir hareketi sırf içi temiz taraftarları da güzel şeyler yaptıklarına inandırarak yanlarına çekmeye çalışmak için twitter'dan "vecihi" muzipliğiyle yayınlıyor.
Esasında olaya buradan baktığımızda UEFA gözlemcisinin sandığı gibi bunu yapanlar idiot falan değil. Son derece akıllı adamlar ve en büyük amaçları malesef takımın çanına ot tıkamak. Bunda şimdiye kadar baya başarılı da oldular aslında. Örneğin 2,5 sezondur bileğimizin bükülmediği Şükrü Saraçoğlu'nda, artık galibiyet alamaz hale geldik. Eyvallah, takım da iyi oynayamıyor, fakat en ufak pas hatasında dahi homurdanmaları başlatanların, kovulan topçuyu geri çağıranların, "istifa" diye ortalığı inletenlerin hiç mi kabahati yok? Farkında mısınız bilmem ama, futbolcuların çoğu BATE maçının seyircisiz oynanmasına sevinmiştir, çünkü en ufak hatalarında tekrar "rotasını şaşırmış cehennem"i yaşayacaklarını biliyorlar. Evet, bir zamanlar rakibe stadı cehennem eden "taraftar"dan bahsediyoruz.
Yapılan hareket bariz artniyetli bir çalışmanın ürünüdür. Ona uyanları, güzel bulanları, gurur duyanları ise sayın UEFA gözlemcimiz çok güzel betimlemiş zaten.
29 Ağustos 2012 Çarşamba
Aykut'un Alexbahçeliler ile İmtihanı
Alex hakkındaki net fikirlerimi daha önceden zaten yazmıştım, halihazırda bana göre pek değişen birşey yok. Ortada patlak vermiş bir sorun var ve bu sorunun bu kadar büyümesinin sebebi (her ne kadar olayı başlatan yakışıksız tweeti atmış olsa da) ne Alex'tir, ne de Aykut Kocaman. En büyük sorumlu Fenerbahçe taraftarı olmuştur malesef. Hani daha geçen sezon herşeyiyle gözü kapalı kenetlenip takıma tam destek veren taraftar.
Olayı her 2 taraf açısından çok fazla irdelemeye lüzum yok aslında. Ki zaten yeterince irdelenmiş durumda. Görünen köyün kılavuz istemediği gibi Aykut Kocaman'ın sırf Alex'siz bir sistem oluşturabilmek için takıma Stoch, Dia, Niang, Sow, Kuyt, Krasic gibi mevki alternatifine sahip hücumcuları doldurmuş olması apaçık ortada. Her ne kadar Dia'dan randıman alınamamış olsa da yerine gelen Krasic'in kalitesi tartışılmaz, aynı şekilde Niang'ın yerine gelmiş olan Sow da belli kalitede bir futbolcu.
Bu kadar kaliteli ve her biri 1'den fazla mevkide oynayabilen hücumcu bir aradayken mevkisi, koşu mesafesi, güç ve dayanıklılığı belli alt sınırlarda kalan (yaşlanmış) Alex'in hala oynatılması fikri, hele hele ortada bir yabancı sınırlaması gerçeği varken yeterince mantıksız hale geliyor. Kocaman'ın en büyük derdi olan "Alex'in yokluğundaki bocalama süreci"nin yaşanmaması için bu çok büyük bir fırsat aslında. Mevzubahis sürece örnek olarak Hagi sonrası Galatasaray, kariyerinin en formda döneminde elden kaçırılan Aurelio sonrası Josico'ya mahkum kalmış Fenerbahçe örnekleri verilebilir.
İşin buraya kadar olan kısmı tamamen olaya futbol açısından bakıştı. Madalyonun diğer yüzü olan "adamlık" konusuna gelecek olursak, Alex'in yaptığı "twitter skandalı" tamamen affedilemez bir terbiyesizliktir. İsterse başındaki hoca Aykut gibi camiada kökleri olan biri değil saçmasapan bir adam olsun, hiçbir futbolcunun antrenörü hakkında bu kadar aleni bir ortamda "kıskançlık" tabirini kullanmaya hakkı yoktur. Hele bir de üstüne olay ortaya çıktığında ilk başta inkar edip sonrasında ise silmesi tabiri caizse "sıvamaya" eşdeğerdir. Hele ki bu oyuncu takımın en yaşlısı ve de kaptanı, aynı zamanda en efendisi olarak bilinen Alex ise bu başlıbaşına bir rezalet halini almaktadır. Fakat işin esas "rezil" tarafı Alex'ten ziyade başka bir olgudan kaynaklanmaktadır: TARAFTAR
Evet, özellikle son dönemde kendisini "FENERBAHÇELİ" olarak adlandırmış fakat gerçek manada olamadıkları apaçık belli birçok kişi çıktı ortaya: Kimisi esas haksızı göremeyip utanmadan Aykut Kocaman'a sövdü, kimisi yaşı yetmediğinden olsa gerek Aykut Kocaman'ın futbolculuğunu dahi sorgulamaya kalkıştı, kimisi Fenerbahçeliliğini askıya aldı.... Bütün bu arkadaşları tek çatı altında toplamak gerekirse "ALEXBAHÇELİ" taraftarlar diyebiliriz. Alex'in bu zamana kadar yerini güvende hissettiği tüm dönemlerde (yani ilk 2 sezonu ve 2010-2011 hariç) yatışa geçip bir yandan da takımı kalitesiz arkadaşlarını getirtmeye varana kadar sömürmesini görmezden gelip bir de "efsane" ilan etmeler, Alex'in yaptığı terbiyesizliği görmezden gelip Aykut Kocaman'a laf saydırmalar, bu camiada 2 lig şampiyonluğu 3 de gol krallığı kazanmış ve halen lig tarihindeki en golcü Fenerbahçeli futbolcu olan Aykut'un futbolculuğunu utanmadan arlanmadan sorgulamalar ve onun gibi gerçek bir efsaneyi Alex gibi 80'lerden kalma bir sömürücüyle kıyaslamalar.... Bunların hepsi birer TARAFTARLIK AYIBIDIR, fakat en büyük ayıp ise "Aykut olduğu sürece Fenerbahçeliliği askıya almaktır." (kimileri de "Alex oynamadığı sürece" diyor.) İnanın böyle bir rezillik ne görülmüş ne de duyulmuştur. Yıllardır Alex'in gitmesini isteyen, ondan ciddi manada nefret eden ben dahi bunu tek bir kez bile düşünmedim, sabırla takip ettim Fenerbahçemi. Lakin bu ALEXBAHÇELİ arkadaşları gördükçe de onların adına utanmaktan kendimi alamıyorum.
Tek temennim Aykut'un naylon Fenerbahçelilere karşı verdiği bu ciddi imtihanında ilk etapta Spartak Moskova karşısında, sonrasında ise sezon boyunca sistemi oturtacak ölçüde başarılı olmasıdır. Zamanında belirttiğim gibi "Dikkat ederseniz Fenerbahçe için demedim, Aykut Kocaman için dedim. Zira şampiyon olamazsak Aykut gider, meydan yine Alex'e kalır, kaybedilen 1 şampiyonluk değil, takımın kimliği olur. En az 2 sene daha "Alex iyi oynamayınca kazanamıyoruz" muhabbeti çevrilir. Koca Fenerbahçe 1 Alex'e muhtaç kalmaya devam eder."
Tercih sizindir "sarı-lacivertli çubuklu sevdalıları", İŞİN UCUNDA ALEXBAHÇELİ OLMAK DA VAR, FENERBAHÇELİ KALMAK DA VAR.
Olayı her 2 taraf açısından çok fazla irdelemeye lüzum yok aslında. Ki zaten yeterince irdelenmiş durumda. Görünen köyün kılavuz istemediği gibi Aykut Kocaman'ın sırf Alex'siz bir sistem oluşturabilmek için takıma Stoch, Dia, Niang, Sow, Kuyt, Krasic gibi mevki alternatifine sahip hücumcuları doldurmuş olması apaçık ortada. Her ne kadar Dia'dan randıman alınamamış olsa da yerine gelen Krasic'in kalitesi tartışılmaz, aynı şekilde Niang'ın yerine gelmiş olan Sow da belli kalitede bir futbolcu.
Bu kadar kaliteli ve her biri 1'den fazla mevkide oynayabilen hücumcu bir aradayken mevkisi, koşu mesafesi, güç ve dayanıklılığı belli alt sınırlarda kalan (yaşlanmış) Alex'in hala oynatılması fikri, hele hele ortada bir yabancı sınırlaması gerçeği varken yeterince mantıksız hale geliyor. Kocaman'ın en büyük derdi olan "Alex'in yokluğundaki bocalama süreci"nin yaşanmaması için bu çok büyük bir fırsat aslında. Mevzubahis sürece örnek olarak Hagi sonrası Galatasaray, kariyerinin en formda döneminde elden kaçırılan Aurelio sonrası Josico'ya mahkum kalmış Fenerbahçe örnekleri verilebilir.
İşin buraya kadar olan kısmı tamamen olaya futbol açısından bakıştı. Madalyonun diğer yüzü olan "adamlık" konusuna gelecek olursak, Alex'in yaptığı "twitter skandalı" tamamen affedilemez bir terbiyesizliktir. İsterse başındaki hoca Aykut gibi camiada kökleri olan biri değil saçmasapan bir adam olsun, hiçbir futbolcunun antrenörü hakkında bu kadar aleni bir ortamda "kıskançlık" tabirini kullanmaya hakkı yoktur. Hele bir de üstüne olay ortaya çıktığında ilk başta inkar edip sonrasında ise silmesi tabiri caizse "sıvamaya" eşdeğerdir. Hele ki bu oyuncu takımın en yaşlısı ve de kaptanı, aynı zamanda en efendisi olarak bilinen Alex ise bu başlıbaşına bir rezalet halini almaktadır. Fakat işin esas "rezil" tarafı Alex'ten ziyade başka bir olgudan kaynaklanmaktadır: TARAFTAR
Evet, özellikle son dönemde kendisini "FENERBAHÇELİ" olarak adlandırmış fakat gerçek manada olamadıkları apaçık belli birçok kişi çıktı ortaya: Kimisi esas haksızı göremeyip utanmadan Aykut Kocaman'a sövdü, kimisi yaşı yetmediğinden olsa gerek Aykut Kocaman'ın futbolculuğunu dahi sorgulamaya kalkıştı, kimisi Fenerbahçeliliğini askıya aldı.... Bütün bu arkadaşları tek çatı altında toplamak gerekirse "ALEXBAHÇELİ" taraftarlar diyebiliriz. Alex'in bu zamana kadar yerini güvende hissettiği tüm dönemlerde (yani ilk 2 sezonu ve 2010-2011 hariç) yatışa geçip bir yandan da takımı kalitesiz arkadaşlarını getirtmeye varana kadar sömürmesini görmezden gelip bir de "efsane" ilan etmeler, Alex'in yaptığı terbiyesizliği görmezden gelip Aykut Kocaman'a laf saydırmalar, bu camiada 2 lig şampiyonluğu 3 de gol krallığı kazanmış ve halen lig tarihindeki en golcü Fenerbahçeli futbolcu olan Aykut'un futbolculuğunu utanmadan arlanmadan sorgulamalar ve onun gibi gerçek bir efsaneyi Alex gibi 80'lerden kalma bir sömürücüyle kıyaslamalar.... Bunların hepsi birer TARAFTARLIK AYIBIDIR, fakat en büyük ayıp ise "Aykut olduğu sürece Fenerbahçeliliği askıya almaktır." (kimileri de "Alex oynamadığı sürece" diyor.) İnanın böyle bir rezillik ne görülmüş ne de duyulmuştur. Yıllardır Alex'in gitmesini isteyen, ondan ciddi manada nefret eden ben dahi bunu tek bir kez bile düşünmedim, sabırla takip ettim Fenerbahçemi. Lakin bu ALEXBAHÇELİ arkadaşları gördükçe de onların adına utanmaktan kendimi alamıyorum.
Tek temennim Aykut'un naylon Fenerbahçelilere karşı verdiği bu ciddi imtihanında ilk etapta Spartak Moskova karşısında, sonrasında ise sezon boyunca sistemi oturtacak ölçüde başarılı olmasıdır. Zamanında belirttiğim gibi "Dikkat ederseniz Fenerbahçe için demedim, Aykut Kocaman için dedim. Zira şampiyon olamazsak Aykut gider, meydan yine Alex'e kalır, kaybedilen 1 şampiyonluk değil, takımın kimliği olur. En az 2 sene daha "Alex iyi oynamayınca kazanamıyoruz" muhabbeti çevrilir. Koca Fenerbahçe 1 Alex'e muhtaç kalmaya devam eder."
Tercih sizindir "sarı-lacivertli çubuklu sevdalıları", İŞİN UCUNDA ALEXBAHÇELİ OLMAK DA VAR, FENERBAHÇELİ KALMAK DA VAR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)