29 Ağustos 2012 Çarşamba

Aykut'un Alexbahçeliler ile İmtihanı

    Alex hakkındaki net fikirlerimi daha önceden zaten yazmıştım, halihazırda bana göre pek değişen birşey yok. Ortada patlak vermiş bir sorun var ve bu sorunun bu kadar büyümesinin sebebi (her ne kadar olayı başlatan yakışıksız tweeti atmış olsa da) ne Alex'tir, ne de Aykut Kocaman. En büyük sorumlu Fenerbahçe taraftarı olmuştur malesef. Hani daha geçen sezon herşeyiyle gözü kapalı kenetlenip takıma tam destek veren taraftar.

    Olayı her 2 taraf açısından çok fazla irdelemeye lüzum yok aslında. Ki zaten yeterince irdelenmiş durumda. Görünen köyün kılavuz istemediği gibi Aykut Kocaman'ın sırf Alex'siz bir sistem oluşturabilmek için takıma Stoch, Dia, Niang, Sow, Kuyt, Krasic gibi mevki alternatifine sahip hücumcuları doldurmuş olması apaçık ortada. Her ne kadar Dia'dan randıman alınamamış olsa da yerine gelen Krasic'in kalitesi tartışılmaz, aynı şekilde Niang'ın yerine gelmiş olan Sow da belli kalitede bir futbolcu.

    Bu kadar kaliteli ve her biri 1'den fazla mevkide oynayabilen hücumcu bir aradayken mevkisi, koşu mesafesi, güç ve dayanıklılığı belli alt sınırlarda kalan (yaşlanmış) Alex'in hala oynatılması fikri, hele hele ortada bir yabancı sınırlaması gerçeği varken yeterince mantıksız hale geliyor. Kocaman'ın en büyük derdi olan "Alex'in yokluğundaki bocalama süreci"nin yaşanmaması için bu çok büyük bir fırsat aslında. Mevzubahis sürece örnek olarak Hagi sonrası Galatasaray, kariyerinin en formda döneminde elden kaçırılan Aurelio sonrası Josico'ya mahkum kalmış Fenerbahçe örnekleri verilebilir.

    İşin buraya kadar olan kısmı tamamen olaya futbol açısından bakıştı. Madalyonun diğer yüzü olan "adamlık" konusuna gelecek olursak, Alex'in yaptığı "twitter skandalı" tamamen affedilemez bir terbiyesizliktir. İsterse başındaki hoca Aykut gibi camiada kökleri olan biri değil saçmasapan bir adam olsun, hiçbir futbolcunun antrenörü hakkında bu kadar aleni bir ortamda "kıskançlık" tabirini kullanmaya hakkı yoktur. Hele bir de üstüne olay ortaya çıktığında ilk başta inkar edip sonrasında ise silmesi tabiri caizse "sıvamaya" eşdeğerdir. Hele ki bu oyuncu takımın en yaşlısı ve de kaptanı, aynı zamanda en efendisi olarak bilinen Alex ise bu başlıbaşına bir rezalet halini almaktadır. Fakat işin esas "rezil" tarafı Alex'ten ziyade başka bir olgudan kaynaklanmaktadır: TARAFTAR

    Evet, özellikle son dönemde kendisini "FENERBAHÇELİ" olarak adlandırmış fakat gerçek manada olamadıkları apaçık belli birçok kişi çıktı ortaya: Kimisi esas haksızı göremeyip utanmadan Aykut Kocaman'a sövdü, kimisi yaşı yetmediğinden olsa gerek Aykut Kocaman'ın futbolculuğunu dahi sorgulamaya kalkıştı, kimisi Fenerbahçeliliğini askıya aldı.... Bütün bu arkadaşları tek çatı altında toplamak gerekirse "ALEXBAHÇELİ" taraftarlar diyebiliriz. Alex'in bu zamana kadar yerini güvende hissettiği tüm dönemlerde (yani ilk 2 sezonu ve 2010-2011 hariç) yatışa geçip bir yandan da takımı kalitesiz arkadaşlarını getirtmeye varana kadar sömürmesini görmezden gelip bir de "efsane" ilan etmeler, Alex'in yaptığı terbiyesizliği görmezden gelip Aykut Kocaman'a laf saydırmalar, bu camiada 2 lig şampiyonluğu 3 de gol krallığı kazanmış ve halen lig tarihindeki en golcü Fenerbahçeli futbolcu olan Aykut'un futbolculuğunu utanmadan arlanmadan sorgulamalar ve onun gibi gerçek bir efsaneyi Alex gibi 80'lerden kalma bir sömürücüyle kıyaslamalar.... Bunların hepsi birer TARAFTARLIK AYIBIDIR, fakat en büyük ayıp ise "Aykut olduğu sürece Fenerbahçeliliği askıya almaktır." (kimileri de "Alex oynamadığı sürece" diyor.) İnanın böyle bir rezillik ne görülmüş ne de duyulmuştur. Yıllardır Alex'in gitmesini isteyen, ondan ciddi manada nefret eden ben dahi bunu tek bir kez bile düşünmedim, sabırla takip ettim Fenerbahçemi. Lakin bu ALEXBAHÇELİ arkadaşları gördükçe de onların adına utanmaktan kendimi alamıyorum.

    Tek temennim Aykut'un naylon Fenerbahçelilere karşı verdiği bu ciddi imtihanında ilk etapta Spartak Moskova karşısında, sonrasında ise sezon boyunca sistemi oturtacak ölçüde başarılı olmasıdır. Zamanında belirttiğim gibi "Dikkat ederseniz Fenerbahçe için demedim, Aykut Kocaman için dedim. Zira şampiyon olamazsak Aykut gider, meydan yine Alex'e kalır, kaybedilen 1 şampiyonluk değil, takımın kimliği olur. En az 2 sene daha "Alex iyi oynamayınca kazanamıyoruz" muhabbeti çevrilir. Koca Fenerbahçe 1 Alex'e muhtaç kalmaya devam eder."

    Tercih sizindir "sarı-lacivertli çubuklu sevdalıları", İŞİN UCUNDA ALEXBAHÇELİ OLMAK DA VAR, FENERBAHÇELİ KALMAK DA VAR.

19 Ocak 2012 Perşembe

Geleydi İyidi....

Mayıs 2006'da gittiğinden beridir "Bir gün geri döner mi acaba?" diye bekliyordum. Beşiktaş'a giderken de biliyordum başarılı olamayacağını, Beşiktaş'tayken herkes te gördü bunu. Çünkü taş yerinde ağırdı, onun da yeri burasıydı. Şimdi yalan yok, Niang hariç ondan sonra gelen hiçbir santrfor onun yerini dolduramadı. Bu kadar ortalama yeteneğine rağmen takımla bu kadar ahengi olan birini hem de ezeli rakibe bırakmak, başlı başına saçmalıktı. Nitekim, Beşiktaş'ta başarılı olamayıp, Mersin'e geçti. Orada ise istediği ortamı bulduğu anda aslında hafiften ilerlemiş yaşına rağmen halen daha Türkiye'de iş yapabileceğini gösterdi.

Tam da bu anda bir haber çıktı: "Nobre geri dönüyor" diye. İnanın, 3 Temmuz'dan beridir aldığım en güzel 2 haberden biri oldu bu. (Diğeri de Emre'nin kadro dışı bırakılmasıydı, sağolsunlar onu da kursağımda bıraktılar!) Eski günler geldi birden aklıma, kimsenin bilmediği tanımadığı biriydi ilk geldiğinde. Kimsenin de beklentisi yoktu o yüzden. O ise gelir gelmez takımı o sıralar tek başına sırtlamakla meşgul van Hooijdonk'a destek, takıma da aranan kan oldu. Kaldığı 2,5 sezonda 2 şampiyonluk ve 1 son dakika 2.liğinde en büyük paya sahip 3 futbolcudan biriydi, inkar eden çarpılır!

Neyse, "acaba" dedim, "olur mu?" dedim. Sonra duydum ki Semih yüzünden olmamış transfer. Başkasını verseydiniz be abi, üstüne fazladan para verseydiniz, Sow'a o kadar para sayıp bir yandan her maç "acaba elimizde patlar mı?" diyip bir yandan da kaprislerini çekeceğimize alaydınız ya bizim oğlanı, "lorke"yi, MARCIO Nobre'yi.... Zaten ne olacağımız belli değil, Avrupa falan da düşünecek halde değiliz. Sadece şu Bienvenu ve Semih'in rezil performanslarına daha fazla katlanmamak için, biraz da eski dostla hasret gidermek ve O'nu tekrar çubuklu giydiği halde "lorke" diye tribüne çağırmak için istemiştik.

Gerçi halen daha söylentiler sürüyor fakat bu saatten sonra zor gibi. Ha, bu saatten sonra bir mucize olur da gelirse, sözüm söz, 11 numaralı formasını hiç düşünmeden alırım Fenerium'dan! :)

Bitti Kalem, Doldu Defter....

Kaç zamandır yazmıyordum, yazmak da istemiyordum. Açıkçası yazasım gelse bile şu boynumuzdaki "şike soruşturması" ilmeğini hissederek vazgeçiyordum. Ama şimdi iki çift sözüm olacak:

Geçtiğimiz haftasonu Fenerbahçe adını efsaneleştirmiş, kalan son birkaç kişiden biri olan ordinaryüs, Lefter aramızdan ayrıldı. Hem de belki de camia olarak en kötü, en karanlık, en ne olacağı bilinmez zamanlardan birinde. Belki normalde etkilenmeyeceğimiz kadar çok etkilendik içinde bulunduğumuz dönemin de etkisiyle.

Fakat beni esas düşündüren şey, Lefter'in ölümü üzerinden yapılan sığ ve popülist tartışmalar oldu. Neymiş efendim, "ne güzel herkes gelmiş"miş. İyi de kardeşim, olması gereken de zaten bu değil miydi? Birbirimizden hiçbir farkımız olmamasına rağmen rekabet aşkına o kadar gözümüz kararmış ki, insani bir davranışı bile hayretle karşılamaya başlar olmuşuz. Bu tuhaf düşünce ile ilgili daha uzun bir yazıyı ekşi'de yazdım zaten, o yüzden uzatmıyorum.

Bunlar neyse de, en çok tuhafıma giden şey, Lefter'in ismi üstünden Şükrü Saraçoğlu'na popülist ve "romantik" bir şekilde saldırmaktır. Kardeşim, bu stadın ismi 13 senedir böyle değil mi zaten? O zaman neredeydi o zeka küpü akıllarınız? Bu "stadın ismini değiştirme" konulu, temelinde benim de katıldığım fakat başka yönlere çekilip Fenerbahçe'nin tarihine dil uzatılarak fantastik bir boyuta ulaşan mevzu insanların o kadar hoşuna gitti ki, bir kısmı tarihi bile araştırıp bilmeden balıklama atlayarak 6-7 Eylül Olayları'ndan dahi Şükrü Saraçoğlu'nu sorumlu tuttular. Uyarınca da bu sefer "ama o da Varlık Vergisi'ni koymuştu!"ya çevirdiler lafı. He canım he, zaten o zamanki Türkiye de aynen şimdiki gibi cumhurbaşkanının sembolik yetkilerinin olduğu başbakanın ise herşeyde 1. isim olduğu bir ülkeydi. Ve o dönemki cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün ülke politikalarında hiç mi hiç yetkisi yoktu. (YERSEN!) Azcık o dönemi araştıranlar neyin ne olduğunu daha iyi bilir. Amacım Saraçoğlu'nu "kanatsız melek" gibi göstermek değil, fakat süper medyamız her işin olduğu gibi bu işin de cılkını çıkarmayı başardı. Tarih bilmeyen insanlar da buna inanarak Fenerbahçe'nin tarihinin lekeli olduğunu iddia etmeye başladı.

Bu açıdan tüm Fenerbahçeliler'in oturup düşünmesi gereken bir nokta var: Saraçoğlu dediğin adam senin yıllarca başkanlığını yapmış mı? Yapmış. Sana stadını kazandırmış mı? Kazandırmış. Siyasi kişiliğine laf edebilirsin elbet, sevmeyebilirsin de. Fakat böylesine bir kişiliği bir kalemde hem de kıyasıya eleştirerek silemezsin. Lefter'in adının stada verilmesini ben de isterim, fakat bir efsaneye saygı için başka bir efsaneye saygısızlık yapmak da gerekmez.

Neyse ne, bizim acımız kederimiz zaten bize yetiyor. Bir de bunlar tuz biber oldu üzerine. Babalarımızdan adını duyarak büyüdüğümüz, eski kuşaklar tarafından yıllarca "O'nun gibisi gelmez bir daha" denilen, Fenerbahçe'nin efsane yaptığı ve Fenerbahçe'yi de efsane yapan değerlerden olan Lefter'imiz, toprağın bol, mekanın cennet olsun.

Ne kadar üzgün olduğumu ifade bile edemiyorum kaç gün geçmesine rağmen. Sanırım en anlamlı ifade, yukarıdaki fotoğrafta Lefter'in tabutunu taşırkenki yüz ifadesiyle Reto Ziegler'e ait. Hani daha bu sezon başı apar topar kiralık gelen, kulüpteki geleceği dahi meçhul ve böylesine bir süreçte camiaya ne kadar bağlanabileceği tartışılabilecek olan Ziegler. O'nda bile böyle bir etkisi varsa, varın siz bir Fenerbahçeli'yi düşünün.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...