23 Şubat 2011 Çarşamba

Derbi'nin Ardından

Bu maçı kesinlikle 30'ar dakikalık 3 periyoda ayırmak gerekir:

0 - 30. dakika: Aykut Hoca, 2. yarının başından beri uyguladığı "maçın başında şok pres" taktiğini deplasman derbisidir falandır demeden uyguladı. Sırf bu cesaretinden ötürü bile takdir edilmelidir. Bu ilk periyodda o kadar bariz pozisyonlar kaçtı ki, insanın aklına ister istemez ligin ilk yarısındaki FB - BJK maçı geldi. Eğer golden sonra o pozisyonlardan çok değil 1 tanesi bile gol olsaydı çok farklı bir maç izlemiş olabilirdik. Pozisyonlardan gol çıkmaması ise yorulmaya başlayan oyuncuları daha da zorlamamak adına Aykut Kocaman'ı 2. periyodu başlatmaya itti:

30 - 60. dakika: İlk yarım saat müthiş tempolu ve saldırgan oynayan Fenerbahçe'de 2. gol gelmedikçe oyuncular daha da saldırmaya, bu arada da yorulmaya başladılar. Bu noktadan sonra Aykut Hoca, ilk yarı bitimine kadar hem skoru korumak hem de oyuncuların aktif dinlenmelerini sağlayabilmek amacıyla geri çekti takımı, ki biz buna "İnönü Taktiği" diyoruz. Aslında olması gereken de buydu. Zira Quaresma, Simao, Guti, Almeida gibi boş alanı seven oyunculara karşı defansif oynadıkça rakip atak yapsa bile pek bir sonuç alamayacaktı. Quaresma'nın bencilliklerinin de katkısıyla böyle de oluyordu aslında. Taa ki, Ekrem Dağ'ın golüne kadar. Ekrem hangi mevkide görev verilirse verilsin işini yapmaya çalışmasından ötürü sevdiğim topçulardandır. Lakin o golü ömrü boyunca bir daha atabilir mi, işte orası muamma. (Bu arada hakem biraz cesur olsaydı Ekrem daha maçın başında 2. sarıdan atılmış olacaktı, bu da unutulmamalı.)

Her neyse, işte o gol tüm hesapları altüst etti Fenerbahçe adına. Mecburen 2. yarıda tekrar atak yapmaya başlayıp saldırgan olacaktı futbolcular. Fakat buna fırsat bile kalmadan 2. golü geldi Beşiktaş'ın. Biraz şans, ama çokça markaj hatasından gelen gol ibreyi iyice Beşiktaş'a çevirmişti. Fenerbahçe de gol için yüklendikçe arkada boşluklar bırakıyordu ve tam da o sırada Almeida'nın kaçırdığı (daha doğrusu Volkan'ın kurtardığı) gol, 3. periyodu başlatıyordu:

60 - 90. dakika: Unutulmaması gereken şudur ki, Fenerbahçe o andan sonra iyice yüklenmeye başladı ve Beşiktaş ta psikolojik anlamda bocaladı, yani penaltı olmasaydı bile Fenerbahçe 2. golü atacaktı bir şekilde, penaltı ve kırmızı kart ise hem 2. golün gelmesini hızlandırdı hem de devamında oyunun mutlak kontrolünü Fenerbahçe'ye verdi.

Gol ve kırmızı kart ile birlikte Beşiktaş'ın dizilişi de, kurgusu da, hatta kimyası da bozuldu. Bu da en çok ortasahadan Necip'in çıkıp defansa Aurelio'nun girmesiyle etrafı bomboş kalan Alex'e yaradı. Bu ligde kaç sezondur takımlar Alex'e yakın adam markajı uyguluyorlar. Peki niye? Cevap basit: 10 dakikada 3 gol yememek için. 60'lardan kalan bir taktik olabilir lakin birinin bu tip Türkiye gerçeklerini Schuster'e anlatması lazım. Veya en azından yedeğe stoper almayı unutmaması gerektiğini.

Kısaca Fenerbahçe takımına değinecek olursak:

Volkan: Sana çok şey söylenir aslında ama Adnan Oktar'ın bir vecizesi çok uygun olur: "Sen dev bir kedisin!"

Gökhan: Oynama be abi, valla billa bak, sakatsan oynama. Kötü oynadığından değil, kendine zarar vereceğinden korkuyorum, defalarca iyileşmeden sahaya çıkıp daha beter olan Rıdvan'a benzemenden korkuyorum. (Allah korusun tabi ki) İnşallah sezon sonunda iddia edilen klüplerden birine gidersin, zira senin hakkın bizim buralardan çok daha fazlası ediyor.

Lugano: Aslında Lugano-Ferrari düellosunun başlama sebebi Lugano değil, Ferrari'ydi. Zira Kiev maçının acı tecrübelerinden ötürü duran toplarda özel vazifeli olarak Lugano'ya yapışması emri verilmiş gibiydi. Lakin Lugano'yu durdurmanın 2 yolu vardı, ya kızdırıp attıracaksınız ya da kızıp ağız burun dalıp siz atılacaksınız. Ferrari 2. yolu seçti. Lugano'ya gelince, tek kelimeyle vazgeçilmez.

Yobo: Güven vermeye devam ediyor, bonservisinin alınması gerekliliği konusunda pek birşey söylemeye gerek yok, parası neyse verin!

Santos: Bu adamın böyle oynadığını gördükçe bizi o kadar maç Caner Erkin'e muhtaç etmesinden ötürü kızıyorum aslında kendisine. "Brezilya Milli Takımı'nın solbeki"nin oynaması gerektiği gibi oynadı.

Defans için özel not: 2'si kaptan olmak üzere 5'i de kendi milli takımlarında banko oynayan oyunculardan kurulu ve şu formlarıyla kesinlikle Avrupa'nın en iyi defans hatlarından biri.

Selçuk: Geçen sezonun 2. yarısıyla birlikte bi hal olmuştu bu adama, halen daha devam etmekte. Arada eski hatalarından ufak örnekler sunsa da artık takımın kalitesine çıkabiliyor. Mevkisinde Baroni olduğu sürece kesinlikle 11'de oynatılmalı.

Emre: Derbide çok da iyi değildi aslında ama 2 hareket ile maça nasıl tesir edilebileceğini de gösterdi, 1.de kalenin kör noktasını gördü lakin Rüştü topa yetişti, 2.de ise Alex'in keline deyim yerindeyse nişan aldı ve harika bir asist yaparak maçın kopmasını sağladı.

Mehmet Topuz: Gerek sakat Gökhan'dan fazla destek alamamasından, gerek her 2 takımın da diğer kanadı daha çok kullanmalarından ötürü son maçlardaki etkinliği yoktu. Yine de özellikle bu maçta gol atmak istiyordu, bu sefer de olmadı seneye inşallah.

Dia: Maçın kahramanlarından. Lakin biri bu elemana şut çalıştırsın. Küçükken mahalle maçlarında bazı çocuklar vardı, yetenekli, pire gibi, çalım üstüne çalım depar üstüne depar atan çocuklar. Lakin kalenin önüne geldiler mi bir türlü atamazlardı o golü. Dia da o çocuklara benziyor şu haliyle. (o değil de, bir Stoch vardı, ne oldu ona?)

Alex: Evet, kırmızı kart sonrası Schuster'in hatalı oyuncu değişikliğinden de ötürü meydan Alex'e kaldı ve o da rakibe acımadan bu fırsatı değerlendirdi. Lakin Gençlerbirliği ve Galatasaray deplasmanlarında da aynı etkili oyunu görebilecek miyiz kendisinden, işte orası muamma.

Niang: Gücü, kuvveti, hızı, oyun zekası halen daha üst düzeyde. Bir de şu golleri kaçırmasa....

Yedekler: Baroni vasat, Bekir'in sağ bek oynatılmasına bir son verilmeli, Özer de şu halı saha vari çalım merakını azaltarak bitirmeli.

Aykut Kocaman: Beşiktaş'ın 2. golünden 60. dakikaya kadar geçen kısa süre haricinde oyunu istediği gibi yönlendirmeyi başardı. Penaltı ve kırmızı kart ise sadece 2. golün gelişini erkene aldı. Belki 4 olmazdı lakin 2. gol mutlaka gelecekti. Çünkü Aykut Kocaman böyle istedi.... 10 puan!

Takım 3 maçlık zor seriyi kayıpsız atlattı, şimdi ise önlerinde "nispeten" daha kolay bir 3 maçlık seri var: Her ne kadar toparlanmış olsa da Kasımpaşa'yı kendi sahamızda yenebiliriz, Gençlerbirliği maçından korkarım zira son yıllarda Ankara deplasmanları kayıpla bitti, Konya ise artık Ziya Doğan'ın takımı değil ve karşılıklı bol gollü bir Fenerbahçe galibiyeti gelebilir. Bu 3 maçın da kayıpsız aşılması GS'yi yenmekten daha önemli. Çünkü bu sırada Trabzon da tehlikeli maçlar oynayacak.

20 Şubat 2011 Pazar

Hatırla....İnönü Taktiği'ni!

14 Nisan 2002, lider Galatasaray'ın takipçisi olan 2 takım İnönü Stadı'nda karşılaşıyor. Öyle bir maç ki, kaybeden değil şampiyonluğa, Şampiyonlar Ligi biletine dahi veda edecek. Bu riski çok iyi gören Lorant, takımı olabildiğince kapalı oynatıp, ani ataklarla gol bulmaya çalışıyor. Başarılı da oluyor, zira maçı 0-2 kazanan Fenerbahçe'nin 2 golü de ani ve hızlı gelişen 2 atakla Serhat'ın ayağından geliyor. Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi elemelerini garantileyip şampiyonluk şansını da ileriki haftalara taşırken derbiden önce kupayı da Kocaelispor'a kaptıran Beşiktaş lige havlu atıyordu.

25 Nisan 2004, bazı açılardan tam da bugünkü derbiyi andıran bir maç oynanmıştı bu tarihte. Zira, bir tarafta sezona güçlü kadrosu ve büyük umutlarıyla iyi bir şekilde başlayan fakat ilerleyen haftalarda ardı ardına puanlar kaybeden Beşiktaş, diğer tarafta ise yeni bir kadro ve yeni bir hoca ile soru işaretleriyle dolu bir sezona kötü bir şekilde başlayan fakat ilerleyen haftalarda arka arkaya galibiyetlerle yarışta öne geçen Fenerbahçe vardı. Hatta aslında hatırlayanlar iyi bilir, Fenerbahçe bu maçtan önceki 2 maçta sadece 1 puan alabilmişti ve Beşiktaş'ın ümitlerini arttırmıştı. Tabi puan sıralamasında 2 takımın arasında bir Trabzonspor gerçeği vardı ve Fenerbahçe'nin sadece 2 puan arkasındaydı. Yani Fenerbahçe'nin olası bir mağlubiyeti halinde şampiyonluğun kaçması neredeyse kesindi. Bu riski çok iyi gören Daum, takımı olabildiğince kapalı oynatıp, ani ataklarla gol bulmaya çalıştı. Ve tıpkı Lorant gibi, o da başarılı oldu. Van Hooijdonk ve Nobre'yi resmen BJK savunmasının önüne yem gibi bırakıp özellikle Pierre'i orta sahaya kadar çeken Daum; sağdan Serhat, soldan Tuncay gibi 2 süratli oyuncusu (yani bu maç için esas silahları) ile ani ve gerçekten hızlı gelişen ataklarla Beşiktaş'ın işini bitiriyordu. Maçtan sonra ise BJK'da yönetim olağanüstü kongreye giderken Fenerbahçe de 3. yıldıza doğru koşuyordu.

18 Eylül 2005, aslında Fenerbahçe'nin kapalı oynayarak skorun üstüne yatmasını gerektirecek bir durum yoktu maçtan önce. Zira hafta içi Milan'a deplasmanda iyi direnmesine rağmen son dakikalarda yenilen ve ligde de form tutmaya başlayan bir Fenerbahçe vardı, diğer tarafta ise henüz sezon başı olmasına rağmen bekleneni veremeyen bir Beşiktaş. Yine de "bay dahi" Daum, (özellikle 2. yarı boyunca) takımı olabildiğince kapalı oynatıp, ani ataklarla gol bulmaya çalıştı. Ve 2 gol de ani-bireysel ataklarla geldi. İlk golde Anelka'nın müthiş deparı öldürücü vuruşuyla son bulurken 2. golde ise 90+1'de müthiş bir gol atmış olan BJK'li futbolcuların golün sevinciyle Tuncay'ın ne kadar çılgın bir adam olduğu unutmaları sonucunda 90+3'te gitti denilen maç geri geliyordu. Bu maçta da defansta iyi kapanıp bireysel ani hücumlarla gol bulmayı deneyen Fenerbahçe, yine başarılı oldu.

5 Mayıs 2007, Fenerbahçe daha 1 hafta önce kupada kavgalı ve bol hakem tartışmalı maçta kendi sahasında Beşiktaş'a elenmiş, üstüne üstlük hemen sonrasında yine kendi sahasında 2-0 öne geçtiği maçta Denizli ile 2-2 berabere kalmıştı. Tüm bunların üzerine bu maçı da kaybederse şampiyonluğu da Beşiktaş'a kaptıracaktı. Bütün bu riskleri çok iyi gören Zico, takımı olabildiğince kapalı oynatıp, ani ataklarla gol bulmaya çalıştı. Ve tam da istediğine daha maçın başında ulaştı. Tuncay'ın "hayatının pası"nı attığı Kezman, istediği zaman nasıl son vuruş yapacağının adeta dersini vererek Runje'nin üzerinden aşırtma bir vuruşla maçın tek golünü attı. Bu golden sonra, özellikle 2. yarıda maç Fenerbahçe'nin yarısahasını geçtim resmen ceza sahasında geçti bazı bazı. Lakin gerek o dönemki Beşiktaş'ın gol bulma sorunu, gerek Fenerbahçe'nin çok iyi kapanması bir kez daha aynı taktikle galibiyeti getirdi Fenerbahçe'ye, sonrasında da şampiyonluğu tabi.

29 Mart 2008, belki de bütün bu galibiyetlerin tek istisnasıydı bu maç. Tarihi boyunca en büyük Avrupa başarısını yaşamakta olan, hatta maçtan birkaç gün sonra Kadıköy'de Chelsea'yi yenecek olan yani "istim üstünde" giden Fenerbahçe, o sezon lig maçlarına aynı önemi verememesine rağmen bu maçta da tıpkı Avrupa'daki oyununu oynayınca galibiyet kaçınılmaz oldu. Galibiyetin bir diğer sebebi de, Fenerbahçe ne kadar iyi olursa olsun, Ertuğrul Sağlam yönetimindeki Beşiktaş'ın da önemli ölçüde taktik yanlışlar yaptığıydı. Yine de maça dönüp baktığımızda özellikle 0-1'den sonra etkili BJK ataklarını görüyoruz ve Fenerbahçe'nin 2. golünün de bir "İnönü klasiği" olarak ani atak ile geldiğini hatırlayabiliyoruz. Unutmadan, BJK defansı Alex'in 2 golünde de resmen uyuyakalmıştı.

3 Mayıs 2009, bu kez çok farklı bir senaryo: Bir tarafta olaylı GS derbisi ile sadece şampiyonluk umutlarını değil, önemli oyuncularını ve daha önemlisi de moralini kaybeden son 2 maçında da yenilen ve bütün sezonu hayal kırıklığı olarak geçiren yani kaybedecek birşeyi kalmamış bir Fenerbahçe varken diğer tarafta ise 6 yıl sonra şampiyonluğa ilk kez bu kadar yaklaşan ve kazanması halinde lider olacak olan bir Beşiktaş vardı. Bunların yanında, Fenerbahçe'nin savunmasında da problem büyüktü: Edu sakat, Lugano ve Önder ise cezalı oldukları için meydan Yasin ile Can'a kalıyordu, lakin görev yaptığı kısa sürede Can Arat'ın potansiyelini(!) çok iyi anladığını düşündüğüm Aragones, tüm riskleri göze alıp 1,74'lük Gökhan Gönül'ü stopere, Yasin'in yanına çekiyordu. Bu 2 ismin olası hatalarını minimuma indirmek için ise seleflerinden gelen mirası, İnönü Taktiği'ni uygulayarak takımı olabildiğince kapalı oynatıp, ani ataklarla gol bulmaya çalıştı. Ve başarılı da oldu. Zira ilk gol, artık Fenerbahçe'nin İnönü klasiği haline gelmiş "ani gelişen" gollerdendi, bir yandan Semih'e pas atıp bir yandan da hızlı koşuya geçen Güiza, topun ceza yayında boşta kalması üzerine 2 yıl önceki Kezman'ın golüne benzer (hatta daha da zor) bir gol atarak takımını 0-1 öne geçirirken 1 sezondur kendisiyle dalga geçen tüm futbolseverlerin de ağzını açıkta bırakıyordu. 2. gol ise 2. yarıda rakip sahada ender bulunduğumuz anlardan birinde gelmişti. Yediğimiz golde ise Aragones'in kapalı defans oynatmasındaki amaç belli oluyordu, zira Yasin ile Gökhan önlerindeki alan boşaldığı anda doğal olarak etkisiz hale gelmişlerdi ve Holosko'nun golü gelmişti.

Yukarıdaki maçlar, Fenerbahçe'nin son 10 sezondaki İnönü galibiyetleridir. Ve 1'i hariç tamamı takımı olabildiğince kapalı oynatıp, ani ataklarla gol bulma taktiğiyle kazanılmıştır. Bu maçta da bu taktiğin uygulanması şarttır, zira gerek Beşiktaş'ın galibiyet için deli gibi saldırıp arkasında boş alan bırakma ihtimali (ve potansiyeli) gerek Fenerbahçe'nin elindeki kontratağa uygun yapıdaki oyuncular (Niang, Dia, Mehmet Topuz, Gökhan Gönül) oyunun bu şekilde gelişmesi gerektiğini ve Aykut Kocaman'ın büyük bir sürpriz yapmaması halinde de böyle gelişeceğini göstermektedir.

Normal şartlarda maçın favorisi formda ve rakibine oranla daha sorunsuz olmasından dolayı Fenerbahçe'dir. Lakin Beşiktaş'ın elinde ne zaman ne yapacağı belli olmayan, 1 arapasla herşeyi değiştirebilecek bir Guti, uzaktan 1 şutla bütün hesapları şaşırtabilecek bir Quaresma varken net favoriyiz demek o kadar da kolay değil. Bu oyunculara gerekirse özel tedbirler almak gerekir, umarım alınmıştır da. Ayrıca sadece yukarıdaki maçlarda değil, BJK'nın kazandığı maçlar da dahil olmak üzere "İnönü'de ilk golü atan kazanır" diye bir kural var gibi. Ve sanırım yine o kural işleyeceğe benziyor. Fakat tersinden bakarsak, kuralı bozup geriden gelerek kazanabilecek takım da Fenerbahçe olabilirmiş gibi görünüyor, zira BJK ilk yarıda 1 gol yerse toparlanması daha zor olur.

Son olarak, kavga ve gürültüsüz, hakem tartışmalarının ve kırmızı kartların olmadığı bir maç olsun, dostluk kazansın. :)

16 Şubat 2011 Çarşamba

Meydan Senindir Aziz Başkan!

Bunu söylemekten nefret ediyorum, hatta elimde olsa Aziz Yıldırım ve türevlerini tek seferde Türk Sporu'ndan arındırmak isterim lakin bazıları ancak "AZİZSİLİN"den anlıyor. Nedeni malum:

"Basketbol Federasyonu Disiplin Kurulu, yasaklı madde aldığı gerekçesiyle geçtiğimiz aylarda gündemi fazlasıyla meşgul eden Diana Taurasi'nin tedbir kararını kaldırdı. Hacettepe Üniversitesi'nde hata yapıldığı belgelenirken, bu konuda gerekli açıklamanın Kulüp ve Federasyon tarafından çok yakında yapılacağı duyuruldu."

Ne kolay değil mi başarılarla dolu parlak bir kariyeri böylesine kolay ve ucuz bir şekilde karalamak? Başta Taurasi'ye "dopingçi" damgası vuranlar olmak üzere hepimizin bir özür borcu var kendisine, lakin önce Aziz Yıldırım'ın cuma günkü basın toplantısı var. Baştan söylüyorum, o basın toplantısında bu konu hakkında söyleyeceği her lafın altına imzamı atarım, zira neler diyeceği de, klüp ve oyuncunun mağduriyetleri de ortada. Mikrofonlarımız Aziz Başkan'da....

Sadri Şener'e 2 Soru

1 - Volkan Babacan'ın 2008-2009 Kupa Finali başta olmak üzere Fenerbahçe'de oynadığı maçları izlediniz mi? Daha açıkça, Volkan'ın Fenerbahçe'den neden gönderildiği hakkında bir fikriniz var mı?

2 - Daha 2 hafta önce, Fenerbahçe-Kayserispor maçında Volkan Babacan'ın yediği 2 golün tıpatıp aynısını hatta aynı futbolculardan sizin kaleciniz Onur Kıvrak da yemişti, o maçtan sonra Onur'a da Volkan'a gösterdiğiniz tepkiyi gösterdiniz mi?

14 Şubat 2011 Pazartesi

R9....

90'ların 2. yarısı ile 2000'lerin ilk yarısı arasındaki zamanın tartışmasız 1 numarası, adına özel TV, PC oyunları çıkartılan, uğruna 9 numaralı formalar alınan, 98'de hakettiği Dünya Kupası'nı Zizou'ya kaptıran, 2 defa aynı dizinden sakatlanmasına rağmen ayağa kalkıp o kupayı 4 yıl sonra hem de gol kralı olarak kazanan, gittiği her ligde gol kralı olmayı başaran, Dünya Kupaları tarihinin toplamda gelmiş geçmiş en golcü futbolcusu olan, yıllar boyu o göbeğine rağmen nasıl öyle depar attığı anlaşılamayan, çoğu futbol oyununda isim hakları alınamadığı için "g. silva", "no.9" gibi kod adlarıyla anılan, 94 Milyon €'luk C. Ronaldo'nun bile "Çakma Ronaldo" diye anılmasına neden olan efsane bir topçu futbolu bıraktığını açıkladı.

Elveda g. silva, elveda R9, elveda il fenomeno, elveda "Hakikî Ronaldo"....

1 Şubat 2011 Salı

Tuncay'lı Wolfsburg!

Elbet birgün ayrılacaktı fakat böyle bitmemeliydi Tuncay'ın İngiltere rüyası. Anlaşılan o ki, Dzeko sayesinde transfer bütçesi arka arkaya imza şov yaptırmaya müsait hale gelen Wolfsburg'un teklifi, Stoke City'de formaya hasret kalmasından ötürü İngiltere'deki piyasasına göre daha cazip gelmiş Tuncay'a. Yeni takımında ise büyük ihtimalle Fenerbahçe'de çok aşina olduğu bir sistemde ve yine aşina olduğu mevkide oynayacak, bu da kendisi için çok büyük bir avantaj. Fenerbahçe'de iken kendisine tanınan saha içi serbestliği burada da alabilirse Almanya kariyeri İngiltere'dekinden çok daha farklı gelişebilir.

Bu arada kendisi şöyle bir açıklama da yapmış: “Türkiye’ye dönmeyeceğimi her fırsatta dile getirdim zaten. Benim nasıl bir Fenerbahçeli olduğumu taraftarlar biliyorlar. Oynadığım dönemde de bunu her zaman göstermeye çalıştım. Profesyonel olarak değil, amatör olarak mücadele ettim. Çünkü yüreğimle oynamaya çalıştım. Dönmeyi düşünmedim, ama dönersem tabii ki Fenerbahçe’ye döneceğim” Biz de biliyoruz senin Fenerbahçe'deki hırslı oyununu lakin Avrupa'dayken böyle büyük konuşup ta sonradan ezeli rakiplere giden futbolcuları da gördük. Onun için, bu tip büyük laflar etmeyi boşver, sonuçta bu senin ekmek paran, oynayabileceğin en fazla 7 senen var şunun şurasında, yarın öbürgün "gitmem" dediğin klüplerden biri cazip bir teklif yaparsa hiç düşünmeden gideceğini hepimiz biliyoruz, zira bu senin mesleğin.

Yaş olmuş 29.... "Kesin Dönüş" vakti geldiğinde Aziz Başkan yüz vermezse ne yapacağını bir düşün sevgili Tuncay. Unutma ki İngiltere rüyan da bu yaştan sonra o çok istediğin "basamakları çıkabilme"yi gerçekleştiremeyeceğinden dolayı bitti. Yani Wolfsburg'da başarılı olamazsan bu yaştan sonra muhtemel dönüş adreslerin az çok belli. Tabi eski taraftarlarından alacağın tepkiler de, hele ki bu açıklamalardan sonra.

Umarım o kesin dönüş günü hiç gelmez ve sen de kariyerinin sonuna kadar yurtdışında bizi başarıyla temsil eder, gurur kaynağımız olursun. Bol şanslar!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...