28 Ekim 2010 Perşembe

Bursa Deplasmanı....

Fenerbahçe adına 3 eksik var ve evet, 3'ü de 11 için önemli oyuncular: Niang, Dia, Lugano. Lakin yerlerine oynaması muhtemel oyuncular da (Semih, Kazım, Bilica) bu takımda "bir zamanlar" ilk 11'de oynamış oyuncular, hem tecrübeleri var, hem de fırsatı değerlendirmek için iyi oynamak isteyeceklerdir, daha doğrusu iyi oynamak zorundalar başta kendileri için.

Bursa ise ligde, Şampiyonlar Ligi ile taban tabana zıt oynamaya devam ediyor. Her ne kadar 2 beraberlik alınca "tamam, tökezlemeye başladılar" gibi yorumlar yapıldıysa da Ankaragücü'ne tek devrede 5 gol atmaları güven tazelemeye yetti. Tabi Ankaragücü'ndeki dengesizlik apayrı bir yazı konusu olmalı. Ayrıca Bursaspor'un hem kendi sahasında hem de Fenerbahçe gibi bir rakibe karşı oynayacağı bu maçta daha da motive olacağını kestirmek hiç de zor değil.

Fenerbahçe'nin bu maçta ne yapacağını kestirmek çok da kolay değil. Zira hem eskiden beri zor geçen ve geçen sezondan beri zorluk katsayısı tavan yapan "Bursa deplasmanı", hem de Fenerbahçe'nin ligin başından beri hiçbir "yüksek önem arzeden" maçı kazanamamış olması puan kaybedecekmiş izlenimini veriyor. Fakat diğer yandan takımın derbideki puan kaybına rağmen halen daha çok da kötü durumda olmaması ve biraz ligin zirvesine yaklaşmak biraz da derbinin yaralarını sarmak için daha da motive olabilme ihtimali ibreyi Fenerbahçe'ye kaydırıyor. Yine de Fenerbahçe'nin orta sahası birçok şeyi belirleyecek gibi.

Kısacası 3 sonuca da açık bir maç olacak bana kalırsa. Ve tıpkı geçen sezonun ilk yarısındaki yüksek mücadeleli fakat gol sayısı kısır olacak bir maç olabilir.

Orta Saha Ne Alemde?

Derbiden önce de satır arasında belirttiğim gibi, takımın orta sahası şu anki haliyle (Emre-M. Topuz) son derece yumuşak kalıyor. Bunda bu 2'linin hiçbir suçu olmadığı gibi 2'si de ellerinden geldiğince mücadele ediyorlar. Fakat gel gör ki, yanlarında 1 adet defansif, kesici rolünde orta saha oyuncusu olmadan mevcut kanat oyuncularının da yardımının pek dokunmayacağı malum olduğundan işleri son derece zora giriyor. Ve bu yüzden belki de yıllardır ilk kez (tümü değil ama bu sorunu görebilecek kapasitedeki) Fenerbahçe taraftarları Selçuk'un yokluğuna üzülür vaziyetteler.

Evet evet, hani şu her maçta kendi taraftarından laf yiyen Selçuk. Geçen sezonun 2. yarısından itibaren bu sezon sakatlanana kadar çıkışa geçen ve gerçekten de fena iş yapmayan Selçuk aynı zamanda. Aykut Kocaman da farkındaydı Selçuk'un, her ne kadar kafasında esasen "Emre-Topuz-Özer"den oluşan 3'lü savaşan orta saha olsa da. Kaldı ki normal şartlarda "oturtmaya çalıştığı sistem" için de ideal olan bu 3'lüydü. Sürekli koşan, basan, pas verip oyun kurabilen, yani orta sahanın 2 yönünde de etkin oynayabilen ve kendi aralarında maç içinde yer değiştirebilecek 3 oyuncu. Lakin Özer'in henüz form tutamaması ve takım defansı yapmanın zorluğu 3'lünün içine bir dmc koymayı gerektirdi. Kadroya baktığımızda ise bu mevkide Selçuk ve Baroni'den başkası yok. (Bu noktada vasat ama görev adamı olan bir jokeri, Deniz Barış'ı elde tutmanın önemine değineceğim, ama birazdan.)

Tabi Aykut Kocaman da 2 futbolcunun mevcut formlarını dikkate alarak, biraz da yabancı sınırlaması bahanesiyle Selçuk'u oynattı. Kaldı ki yapılabilecek en mantıklı seçimdi bu. Zira Baroni, "halı sahaya adam eksikliğinden çağrılan ve topun gelmesinden korkarak alakasız yerlere saklanan tipler"e benzer şekilde etkisiz eleman gibi davranıyordu oyun sırasında, defansta da hücumda da.

Selçuk ise tuhaf bir futbolcu. Yeteneksiz demiyorum, belli yetenekleri var. Form tuttuğu zaman da kolay kolay formayı bırakmaz, lakin kolay form tutamıyor. Bir özgüven problemi var adamın, taraftar tepkileriyle paralel. Ha, kendine güvenince de abartmaya başlıyor, artistik hareketler, mesafe tanımadan çekilen şutlar vs. Kariyerinin bazı dönemlerinde araştırılırsa görülür bu dönemler: 2005-2006'nın ilk yarısında (fıtık olana dek) FB'de Tuncay'ı kesecek, Milli Takım'da 11'de oynayacak kadar etkili performans göstermesi, 2007-2008'de Deniz Barış'tan formayı kapmasından Sevilla maçındaki "epic fail" tanımına uyan hatalarına kadar geçen süre içinde gösterdiği performans (hatta Kadıköy'deki GS kupa maçında Lugano'nun atılmasıyla defansa geçip muhteşem oynaması özellikle hatırlanmalı) ve tabi ki geçen sezonun 2. yarısından bu sezon sakatlanana kadar oynadığı oyun.

Ne diyorduk, Aykut Kocaman Selçuk'u Baroni'ye tercih etti, lakin Selçuk sakatlanınca neden Baroni'yi oynatmadı? Bunun cevabını yukarıda yazdım aslında. Mesele defansif oynamak değil, ki Selçuk da defansif. Mesele Baroni'nin etliye sütlüye karışmaması. Dalga geçilen Maldonado bile en azından top kesmeye çabalıyordu. Aykut Kocaman da onu oynatmak yerine henüz hazır olmadığını bile bile ideal 3'lüyü oynatmak adına Özer'i sürdü sahaya. Doğru tercih, fakat yanlış zamanda. Ziya Doğan'ın tüm çalıştırdığı takımlar gibi Konyaspor da (özellikle büyük takımlarla oynanan maçlarda) bol bol kemik sesi çıkartıyordu. Kimsenin günahını almak istemem fakat Özer de sanki çalışılmış bir faulün ardından eskiden sakatlandığı bölgeye darbe aldı hepimizin bildiği gibi. Özer de gidince Baroni oynar artık dedim lakin Aykut Kocaman, önce Semih'i, iyileşir iyileşmez de Alex'i oynatmayı tercih etti. Peki bu doğru muydu? Cevabı derbideki 2 orta sahanın oyunundan gayet belli oluyor.

Yukarıda bahsetmiştim, kadroda vasat fakat alternatif bir jokerin (Deniz Barış) varlığının gerekliliğinden. Evet, Deniz Barış kalite açısından Fenerbahçe'de 11'de oynayacak birisi değildi. Lakin kesinlikle yedekte bu tip oyuncuların olması gerekirdi. Tıpkı şimdi ihtiyaç duyulduğu gibi. Zira orta saha oyunuyla alakasız kanat oyuncuları olduğu sürece Alex ve Semih gibi hücumcuları oynatarak Emre ve Topuz'u hamal yapmak riskten öte cinayettir. Öte yandan Baroni gibi bir etkisiz elemanı oynatmak ise kaynak israfından başka birşey değildir.

İşte bu sebeple, Aykut Kocaman'ın yapması gereken devre arasına kadar başka bir mevkiden orta sahaya oyuncu devşirmek ve ara transferde de orta sahaya takviye yapmaktır. Devşirilecek oyuncu A2'den gelebileceği gibi mevcut kadrodaki enerjik, hırslı, 2 yöne de koşabilen, top kapabilen, pas yapabilen, kendi gidebilen bir oyuncu olabilir. Bu tasvirlere en çok, hatta belki de tek uyan oyuncu Gökhan Gönül'dür. Olmaz olmaz demeyin, adam stoperde bile oynadı. Pekala yerine Okan oynatılarak orta sahaya, Emre ile Topuz'un yanına monte edilebilir.

24 Ekim 2010 Pazar

11 mi, 1 mi?

Kasımpaşa maçından sonra sormuştum: "ee, rakip güçsüzdü, ne değişti ki?" Kabul ediyorum ki çok feci yanılmışım! :) Gerek Gençlerbirliği, gerek Konya maçlarında (her ne kadar rakipler yine güçsüz olsa da) takımın resmen kimyası değişmiş, o özlenen beklenen futboldan esintileri iyiden iyiye sunmaya başlamıştı. Özellikle Konya maçı, (Ziya Doğan'ın kemik sesi çıkarttıran futbol anlayışının dışında) eminim ki birçok Fenerbahçeli'nin yıllarca izlemek istediği maçtı. Hayır, maçın öneminden falan değil, oynanan o akıcı futbol, şiirsel paslaşmalar, güzel goller.... Bir Fenerbahçeli şampiyonlukla birlikte başka ne isteyebilir ki zaten?!

Yukarıda yazdıklarım, aynı zamanda Fenerbahçe'nin derbide favori gösterilmesinin sebebi, herkesin malumu. Şimdi çok bayat muhabbet olacak ama, doğruya doğru: Bir tarafta Niang var, Dia var, Stoch var (düşün daha Alex'i saymadım!) diğer tarafta Baros yok, Kewell yok, Arda yok ve oynayacak oyuncuların ne yapabilecekleri de muamma. Bir taraf mayıs ayından beri üstüste yediği yumruklardan son 1 ayda kurtulup toparlanabilmişken, diğer taraf gittikçe dibe batmış ve farklı yenilmezlerse şu anki noktaları görüp görecekleri en dip yer de olabilir.

Hayır, amacım yazıyı "tarihi fark olur"a getirmek değil, zaten öyle birşey olacağını da sanmıyorum. Fakat bazılarının dediği gibi "2000'de Johnson'ın attığı golün rövanşı" falan da olmayacak. Zira 2 camia arasındaki en önemli zihniyet farklarından biri de derbilere bakış açısıdır. Tamam, her 2 camia da kötü giderken "dur" demek için derbileri bekler. Lakin esas fark, iyi gidilirken oynanan derbilerde oluyor. Fenerbahçe için en önemli şey, her zaman kendinden bahsettirmektir. Bunun için sürekli önde olmalıdır ve öne geçmenin en kolay yolu da derbi maçlarıdır. Aşırı narsistçe gelebilir fakat camianın genlerinde vardır bu. Galatasaray'da ise işler "Mekteb-i Sultani" mantığıyla ilerliyor, yani derbi galibiyetlerine sevinmek çok doğal da olsa kazanmayı arzulamak Fenerbahçe tarafındaki gibi "olmazsa olmaz" boyutuna varmıyor takım iyi giderken. Zira bu prensibe göre Fenerbahçe maçında da diğer maçlardaki gibi 3 puan veriliyor kazanana ve derbiyi kaybetseler bile diğer maçları aldıkları takdirde zafere ulaşacaklarını biliyorlar. (Örn: 3 hafta önce evire çevire yendiğimiz bir takıma şampiyonluğu kaptırmamız, 2006)

Yanisi şu: Fenerbahçe'nin, hele hele kendilerini camiaya ispatlamak ve bu derbi sayesinde aidiyetin dibine vurmak isteyen Stoch-Niang-Dia 3'lüsünün bu maçı öyle kolay kolay bırakacağını sanmıyorum. Kabulümdür, iş orta sahada bitiyor ve malesef Emre-Topuz 2'lisi böyle bir maç için çok yumuşak kalabilirken öte yandan Cristian'ın oynama ihtimali bile Selçuk'u özlememe yetiyor da artıyor bile. Fakat Fenerbahçe'nin ilk 30 dakikada bulacağı 1 gol, maçı kopartmasına yeter de artar bile. Hele hele 1. gol ilk 15 dakikada gelirse, işte o zaman iş çok farklı mecralara gidebilir. Tabi daha güç durumdaki Galatasaray için ise oyuncuların yüksek hırsı ve her ne kadar yeni geldiği için yeterli analiz yapamamış olsa da Hagi'nin (veyahut Tugay'ın, kim takımın başında çıkarsa işte) taktik anlamda yapabileceği sürprizler gerekli olacak.

Hadi alakalı alakasız herkes derbi için mesaj veriyor, ben de vereyim: Belki hayatımda ilk kez "kazanalım yeter"den başka birşey istiyorum bir FB-GS derbisinde. Stoch-Niang-Dia 3'lüsü ilk 11'de başlasın, onları şöyle bir doya doya izleyelim: Dia'nın süratini, Stoch'un çalımlarını, Niang'ın yırtıcılığını. İzlemek istiyorum, zira yıllardır Alex'in 2 pasına bağımlı Fenerbahçe'nin Kadıköy'de bile yan pas yapa yapa yarım saate bir atağa çıktığı maçlardan gına geldi! Ha, tabi ki de kazanmak isterim, lakin kontralarla kazanılmış 6-0'dansa eze eze kazanılmış 4-0'ı tercih eden biri olarak güzel oyun da beklerim.

Artık Fenerbahçe seriyi "11"e mi çıkartır, yoksa Galatasaray seriyi bitirecek "1" galibiyet mi alır, orasını bilmem de içime doğuyor, yine alakasız bir futbolcu gol atacak! :)

22 Ekim 2010 Cuma

Tehlikenin Farkında Mıyız?

Madem ki iğneyi birilerine batıracağım, önce çuvaldızdan başlamak gerek: Türk Futbolu'nun lokomotif klüplerinden biri, teknik direktör sorununu 1, transfer sorununu ise ligin bitiminden itibaren 3,5 ayda anca çözebiliyorken, geçen sezonu geçtim 2 yıldır öncelikli transfer gereken mevkilere ( stoper ve santrfor) 2 adet transferi çok ama çok geç zamanda yapabiliyorken (hatta stoper geldiğinde çoktan Avrupa'ya veda edilmişti), daha lig başlamadan yeni teknik direktörün istifa etmesi istenirken, bol eksikli kadroyla Avrupa'da dengi olmayan takımlara elenirken;

Son şampiyon ve bu sezonun namağlup lideri olan bir takım, tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi'ne kalma gibi bir başarı ve fırsat elde etmişken, Rubin Kazan, Cluj, Twente gibi güzel oyunlarıyla tecrübesizliklerini örtme yoluna gideceğine 0-0'a razı bir anlayış içerisine girerken, 3 maçta 0 puan 0 gol ve 0 pozisyona erişebilmişken;

Lokomotif klüplerden bir diğeri, 1 yıl önce transfer, teknik direktör seçimi ve daha birçok açıdan yaptığı ne kadar doğru varsa hepsini altüst etmişken, sorunlarını ruhsuz ve hoca düşmanı futbolcularında veyahut beceriksiz yönetiminde arayacağına Şampiyonlar Ligi apoletli teknik direktöründe ararken ve tabi Avrupa'da asla dengi olmayacak bir takıma elenirken;

Lokomotiflerden Avrupa yollarında devam edeni ise sezon başında gelen 2 yıldız futbolcusu olmadığı anda resmen orta sınıf bir süper lig takımını andırırken;

Milli Takım ise resmen "kendi klüplerinde kadroya giremeyen formsuz futbolcular karması"na dönmüşken, oyuncuların formları yerine yardımcı antrenörlerin keyiflerine göre oyuncu çağırılırken;

Hiç kimse Türk Futbolu'nun geleceğinden falan bahsetmesin. Ülke puanının canı sağolsun, zaten kaç yıldır doğru düzgün puan gelmiyordu, bu yıl gelmese bir sonraki yıl daha fazla gelir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta Türk Futbolu'nun klüpleriyle, Milli Takımı'yla, futbolcularıyla, yöneticileriyle ve hatta teknik adamlarıyla (örn: Buca'ya silbaştan kadro kurdurup sonra istifa eden Bülent Uygun ve 40 yılın başı kovulmadan veya küme düşmeden ligi bitirmesine rağmen kamuoyunun gazına gelip güzelim takımı darma duman eden Yılmaz Vural) evet, nerde kalmıştık hah, Türk Futbolu'nun her parçasıyla birlikte gün geçtikçe 25-30 yıl öncesine, yani o 80'lerdeki karanlık döneme gittiğidir.

Yine de en azından teknik direktör bazında 3 tane istisnası var bu kötü gidişin: Yücel İldiz, Şenol Güneş ve Aykut Kocaman. 3'ü de önemli fikirlere sahip ve 3'üne de gerekli fırsat ve destek verildiğinde başarılı olmaları kuvvetle muhtemel. (Kaldı ki Şenol Güneş kendisini ispatlayalı 15 yıl oldu, bazıları karizma derdindeyken) Aslında Schuster'i de yazacaktım fakat Hakan Arıkan ısrarı beni bile hayatımdan bezdirdi. Beşiktaşlı arkadaşların halini düşünmek bile istemiyorum.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...